Pazartesi, Kasım 20, 2006

Kitap


Merhaba,

Yaklaşık beş sene önce Emre Tüzer ile çevirisine başladığımız Jon Krakauer'nun "Into Thin Air" adlı kitabı Doğan Kitap'tan "Everest Günlüğü" adında piyasaya çıktı. Sevgili dostum Emre Tüzer'e tüm emekleri ve sabrından dolayı teşekkür ediyorum...

Haydar

Eski Şarkı Listeleri - 13 Kasım

  1. The Decemberists ? The Island 12:27 (The Crane Wife)

  1. The Black Heart Procession ? To bring you back 3:41 (The Spell)

  1. Beach House ? Tokyo witch 3:44 (Beach House)

  1. Califone ? 3 legged animals 4:10 (Roots and crowns)

  1. God is an astronaut ? Moment of Stillness 4:48 (All is violent, all is bright)

  1. Badly Drawn Boy ? A Journey from A toB 3:46 (Born in the U.K.)

  1. Tilly and the wall ? Sing songs along 3:47 (Bottoms of Barrels)

  1. Albert Hammond, Jr. - Everyone gets a star 3:07 (Yours to keep)

  1. Pernice Brothers ? Automation 3:12 (Live a little)

  1. The Who ? Mike post theme 4:30 (Endless Wire)

  1. Lindsay Buckingam ? Cast away dream 4:30 (Under the skin)

Eski Şarkı Listeleri - 23 Ekim

1. Hold Steady - Chips Ahoy
2. Metric - Poster of a girl
3. Beach House - Childhood
4. Cat Power - Say
5. Thom Yorke - Black Swan
6. Mogwai - Haunted by freak
7. Clinic - Gideon
8. Califone - Pink and sour
9. The Black Heart Procession - Not Just words
10. The Decemberists - Yankee Beyonet
11. Gothic Archies - Scream and Run away
12. Leonard Cohen - Love itself

Eski Şarkı Listeleri - 02 Ekim

1. Basement Jaxx - Lights go down
2. The Fratellis - Whisper fpr the choir 3:35
3. The Hidden Cameras - Learning the lie 2:18
4. BMX Bandits - Sailor's song 3:35
5. Sparklehorse - Shade and honey 4:08
6. The devastation - the night i couldn't stop crying 4:58
7. Kate Havnevik - Kaleidoskope 4:17
8. Bonnie "Prince" Billy - Cursed Sleep 5:35
9. Xiu Xiu - Save me 2:40
10. Fujiya & Miyagi - Ankle Injuries 5:04
11. Mogwai - Ratts of the capital 8:26

Perşembe, Kasım 09, 2006

Konser ve sinema

Evet,

Neredeyse gene bir ayın üzerinde bir zaman geçti ben burayı güncellemeyeli. Araya üç konser, bir ingiltere seyahati, üç sinema, iki sergi ve dört program girdi. Hızlıca bunlardan bahsettikten sonra, proglamlarda çaldığım şarkılara gelmek istiyororum.

Konserlerle başlayalım, ilk gittiğim konser Indigo'daki Metric konseriydi. Grubun performansı ve yaptıkları müzik çok başarılı olsa da organizasyon ve ses düzeni için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Öncelikle haftaiçi düzenlenen bir konserde, eğer kapıları 21:30'da açıyorsan ve ön grup falan da yoksa, asıl grup gecenin yarımında sahneye çıkmaz. Hele inanılmaz yüksek sesli bir müzikle üç saat boyunca insanların beynini tüketmemen gerekir ki, konsere biraz enerji kalsın. Bunun dışında, Indigo'da ne kadar kötü bir ses sistemi var, aman allahım. Sevgili ses teknisyeni arkadaşlar da, rock konseri olunca olayı sesi sonuna kadar açmak mı zannediyorlar onu da anlmadım. Yani grubu parçalarını bilmesek death metal zannederdik. Konsere gelen bir çok tanıdığımda ertesi güne sarkan geçici duyma bozukluğu oldu...

İkinci konserimiz, Yeni Melek'teki Mogwai konseriydi. Mogwai dinlemesi zor bir grup ve yaptıkları müziği benim gibi sevenler olduğu gibi, nefret eden bir sürü insan da var ki onları da anlayabiliyorum. Ancak, ben konserden çok memnun kaldım. Bir nevi meditasyon gibi, insanı düşüncelerine çok yaklaştıran bir tarz. Konserden çıktıktan sonra gittiğimiz hiçbir mekanda iki dakikadan fazla kalamayıp evlere dağıldık.

Son gittiğim konser ise, Kings of Convenience'den Erlend Oye'un grubu The Whitest Boy Alive konseriydi. Babylon'daki bu performans, gene her Babylon konserinde olduğu gibi izleyicilerin tecavüzüne uğradı. Adamın uyarılarına rağman carcar konuşmaya devam eden izleyici kitlesi, gerek grup elemanlarının gerekse de müzik için oraya gelmiş insanların ciddi derecede sinirlerini bozdu. Zaten duyduğum kadarıyla, Erlend abi de dinleyici kitlesi çok kötüydü demiş konser sonrasında. Bu arada Erlend Oye Istanbul'u çok sevmiş olsa gerek Pazar akşamı İstiklal'de bir arkadaşım rastlamış yürürken, adam da bugün uçağımız vardı ama binmedik, takılıyoruz burada gibi laflar etmiş.

Gelelim filmlere; gittiğim ilk film, Hokkabaz. Üzerinde yazacak çok birşey yok, vasat bir film. Cem Yılmaz başarılı, bence Özlem Tekin fazla olmamış, Mazhar Alanson ise iyi oynamasına rağmen canlandırdığı karakter tutarsız. Sinemada izlemek yerine televizyonda seyretmeyi tercih ederdim.

İkinci gittiğim film ise, Ken Loach'ın altın palmiyeli filmi, "The wind that shakes the barley". Hemen filmin çevirisi ile başlayalım. Özgürlük rüzgarı ne demek ya? Daha ucuz bir çeviri yapılamaz herhalde. Orjinal isim filmle o kadar uyumlu ki... Gelelim filme, Ken Loach İngiliz işçi sınıfı dramlarının ardından, Ülke ve Özgürlük gibi bir tarihi iç savaş filmiyle gene karşımızda. Ancak bu film, bence kendisinin çektiği en güzel film, tüm tecrübesini aktarmış bu çalışmaya. Bu sezonun en iyi filmiydi benim izlediklerimin arasında. Özgürlük mücadelesinin ne için yapıldığını, kazanılacak özgürlüğün toplumun tüm sınıflarına eşit bir şekilde dağıtılmadığı sürece tam anlamıyla bir özgürlükten söz edilemeyeceğini sorgulayan, böyle bir mücadelenin ancak iktidar sahibi egemen sınıflar arasında bir ebelemeçten farksız olmayacağını anlatan bir film. Ve her zamanki gibi filmin odağında ideolojiler kadar birey olarak insan da var. Bu arada, bu filmi tanıtırken kardeş mücadelesi başlığı atan Radikal'i de kınıyorum. Herhalde film içerisindeki onca temadan en önemsizlerinden birisi bu...

En son gittiğim Film ise İklimler, Nuri Bilge Ceylan'ın bu son filmi Uzak kadar iyi olmasa da gene çok şahane bir çalışma. Tabii burada Uzak'ın gördüğüm tüm zamanların en iyi filmlerinden birisi olmasının da payı büyük. Öncelikle çekimlerle başlayalım, NBC filmlerinde herkesin ilk bahsettiği şey zaten görüntülerin ne kadar güzel olduğu. Buna tamamen katılmakla birlikte, NBC filmlerinin sade bir fotoğraf sergisine indirgenmesini de hem NBC'a hem de insanın kendisine yöneltebileceği ciddi bir hakaret olduğunu düşünüyorum. Önce iyi eleştirilerle başlayalım. Senaryo gayet iyi ve oturaklı. Karakterler ise neredeyse mükemmele yakın, özellikle minik detaylardan, çok önemli karakter analizleri yapılabiliyor. NBC'ın en başarılı yaptığı şey ise karakterlerin duygularını bu kadar gerçeğe yakın ve izleyici tarafından hissedilebilir yapması. Tabii bu da filmin apolitik bir duruş sergilemesi anlamına geliyor. Öncelikle filmin tamamen bir erkek gözünden çekildiğini gözümüzün içerisine sokmasını belirtmek gerekiyor. Bu durumda, izleyici eğer filmin ana karakteri gibi hegemonik ve bencil bir insansa, duruşunu olumlamak gibi bir havaya girecektir. Örnek vermek gerekirse, ana karakterin taksiciye bir nesne muamelesi yaptıktan sonra, resmi isteyen taksicinin adresini alıp, ilk fırsatta çöpe atması, normal hayatında böyle yapan insanların, herkesin böyle yaptığını düşünerek bu davranışını olumlaması anlamına gelir. Gene adamın kız ile ilişkisi çerçevesindeki davranışlarını tasvip etmeyen izleyiciler, adamdan nefret edecekken, bunun tam tersini yapan izleyiciler ise, kızın onca kötü muamele ve yalana rağmen geri dönmesinden kaynaklanan cesaretle, kadına karşı yapılan bu davranışı olumlayacaklardır. Bu nedenle, iklimler politik olarak epey edilgen bir filmdir diyebiliriz sanırsam. Bunun dışında, bütün diyaloglar ve hareketler son derece gerçekçi olmasına rağmen, bunların yerleri ve oluş biçimleri gerçeğin çok uzağındaydı. Mesela filmin başında, arkadaşlarında yemek yedikten sonra geçen diyalog içerisinde, kızın ceket giymesini tavsiye eden adama verdiği tepki ne kadar gerçekçiyse, aynı masada, bitmiş yemeğin sonunda daha hayatta ne yaptıklarına ilişkin diyalogun yeri bir o kadar gerçekdışıydı.


Sevgiler,

Haydar