Pazartesi, Ekim 17, 2005

Ciddi Bir yazı - Dubai ve Marx



Dubai ? Marx'ın kabusu

İtalya denince insanın aklına gürültülü kalabalık aileler, rönesans sanatı, ince pizzalar ve scooterlar; Fransa denince baurdeux şarabı, eyfel kulesi, Amelie ve şık caddeler; Rusya denince büyük ve kasvetli binalar, geniş meydanlar, soğuk hava ve votka gibi kendi içinde tutarlı, insanın bireysel deneyimlerinden esinlenen bir sürü imge gelir. Herkesin heryer için kafasında yaratabileceği stereotiplere dayalı hayaller vardir. Peki Dubai denince insanın aklına nasıl bir yer gelir? Yelken şeklindeki mimarisiyle devasa Burj Arab Oteli, ucuz elektronik ve Ayşe Arman'ı birleştiren yer nasıl bir yer olabilir? Aşırı sıcak iklimi, Müslüman Arap nüfusu, monarşik yapısıyla Körfez'deki bir emirlik nasıl olur da Batı'nın bir numaralı çekim merkezi olur? Kafamda bütün bu sorular ile Pazar akşamı Dubai'de bir şirket eğitimine gitmek üzere Atatürk havalimanı'nın yolunu tuttum.

Arabamı vale park görevlisine teslim ettikten sonra, güvenlik kontrolü, yurtdışına çıkış harcını ödeme, para bozdurma, check-in, pasaport kontrolü, freeshop, bir daha güvenlik kontrolü ve kapıda bekleme gibi günümüz küreselleşmesinin sadece sermayenin serbest dolaşımı olduğunu kanıtlayen yurt dışına çıkış ritüellerinin ardından kendimi Emirates'in İsranbul-Dubai uçuşunu gerçekleştirecek A330 tipi yolcu uçağının ekonomi sınıfında, koridor kenarındaki bir koltukta kalkış öncesi güvenlik uyarılarını anlatan videoyu izlerken buldum. Gerçek kesitten beter canlandırma sahneleriyle dolu güvenlik videosunda acil durumda oksijen maskesini takan baba ve oğlunun gerçeküstü sakinliği karşısında kahkahamı tutamayınca, yakınımdaki insanların bakışlarını, uzaktakilerin ise meraklarını üzerime çekmeyi başardım.

Dubai merkezli Emirates dünyanın en iyi havayolu şirketi olma yolunda ilerlerken yolcu konforunu en üst düzeyde tutabilmek için her türlü detayı düşünen bir firma. Ekonomi sınıfında bile herkesin önünde bulunan dokunmatik ekran sayesinde gösterilen sekiz filmden birini, türlü türlü dizileri, spor programlarını, müzik programlarını izleyebiliyor, onlarca radyo yayını arasından istediğiniz müziği dinleyebiliyor, ellinin üzerinde oyundan istediğinizi oynayabiliyor, e-mail gönderebiliyor veya uydu telefonu aracılığı ile istediğinizi arayabiliyorsunuz. Uçağın önüne ve altına yerleştirilen iki kameradan kalkış ve iniş anını pilotun bakış açısıyla görüp, altınızda akan şehirleri zümrüt-ü anka misali izleyebilirsiniz. (Keep Discovering, Fly Emirates ? en azından THY'den sonra iyi geliyor)

Bu eğlence konsolu sayesinde yanıma uçuş esnasında okurum diye aldığım dergi ve kitaplar, dinlerim diye aldığım mp3 player sadece aksesuar görevini gördü. Mr. and Ms. Smith adlı berbat film, CSI: Miami ve Fraiser'in ardından Dubai'ye inmiştik. Tabii güzel bir viski, lezzetli bir yemek ve Avusturalya Shiraz'ını da unutmamak gerekir.

Oranın saatiyle gecenin birinde inmiş olmama rağmen uçaktan inip bizi terminale götürecek otobüse yürüyene kadar yüzüme çarpan sıcak dalgası ilk defa ortadoğuya geldiğimin habercisiydi. Otobüsün içindeki klima kaynaklı aşırı soğuk ise bu şehirdeki çelişkilerin ilk göze çarpan örneği oldu. Dubai'de geçirdiğim tüm zaman boyunca dışarıdaki aşırı sıcak ve içerideki aşırı soğuk arasında yıprandım durdum. Otobüste ilerlerken gece karanlığında uzakta gözüken yüzlerce vincin ışığı ise Dubai'nin bir özeti gibiydi. Dev bir şantiye görümündeki bu gerceküstü kente resmi olarak varmıştım. Pasaport kontrolünün ardından üç gün boyunca konaklayacağım Jumeira Rotana otelinden gönderilen araçla şehre doğru yola çıktım.

Dubai, Birleşik Arap Emirlikleri'ne (UAE) bağlı yedi Emirlikten biri. Arap yarımadasının güneydoğusunda İran Körfezi'nin girişini tutan Emirliklerin coğrafi konumu bölge açısından çok stratejik. Doğanın iklim konusundaki cimriliği, yeraltı kaynakları konusundaki cömertliği ile taban tabana bir zıtlık oluştursa da tarihin akışı içerisinde şu an için UAE dünyanın zengin ülkelerinden biri. Binyıllarca hiçkimsenin yüzüne bile bakmadığı bu kurak topraklar artık dünyanın en değerli yerleri.

Ancak her türlü fosil tabanlı enerji kaynağının gün gelip de tükeneceğini bilmek için çok da vizyoner olmak gerekmiyor. Tabii o gün geldiğinde çölde kumdan kaleler yapmamak için şimdiden harekete geçmek önemli bir vizyonun ürünü. Özellikle diğer petrol zengini ülkelerin içinde bulundukları miskin hal düşünüldüğü zaman böyle bir ilerigörüşlülüğün önemi iyice ortaya çıkıyor. Bu vizyonun sahibi kişi ise şu anki Dubai Emiri Rashid Al-Maktoum'un babası Sheikh Zayed. Geçtiğimiz sene hayatını kaybeden Sheikh Zayed, ülkesinin ve kendi sülalesinin geleceğini kurtarmak için dev bir projeye girişmiş. Belki de dünyanın bu en büyük kalkınma ve üretimsel dönüşüm projesinin temelinde küresel sermayeyi Dubai'ye çekmek yatıyor. Bunun için monarşik yapının tüm esneklikleri en pragmatik biçimiyle kullanılırken, petrolün gücüyle elde edilen tamamen vergisiz bir mali düzen ve Güney Asya ülkelerinden gelen ve hiçbir sosyal hakkı bulunmayan ucuz işgücü Batı'nın sunamadığı tüm rekabetçi ortamı sağlamaya yetiyor.

Sabah uyandıktan sonra hızlı bir duş ve kahvaltının ardından otelin önünde bekleyen taksilerden birine bindim. Taksilerin şehirlerin aynası olduğunu düşündüğümden taksi içindeki kısa bir gözlemin ardından şöför ile günlük hayata dair bir muhabbete başladım. Genelde bu şehirdeki taksicilerin hepsi Pakistanlı ve gayet iyi ingilizce biliyorlar. Tertemiz, son model taksilerin hepsinin içinde GPS uygulamasi mevcut ve bütün yolları takip edebiliyorsun. Öğrendiğim kadarıyla taksilerin hepsi devlete aitmiş. Dubai boyunca uzanan beş şerit gidiş, beş şerit gelişli Seyh Zayed caddesinden bizim ofisin bulunduğu Dubai Internet City'nin yolunu tuttuk.

Dubai Holding bünyesinde inşa edilen iş kümeleri ise dünya devi şirketlerin sektörel bazda ihtiyaçlarını karşılamak için gerekli tüm altyapıyı sağlamak için tasarlanmış. Şu ana kadar inşaatı tamamlanan Dubai Internet City ve Dubai Media City'de bilişim ve medya sektörlerinin tüm büyük firmalarının bölge merkezlerini bulmak mümkün. Bunun dışında inşaatı süren veya proje aşamasında olan Dubai Humaritarian City dünyanın önde gelen STK'larını ve onların depolarını, Dubai Healthcare City bölgenin en gelişmiş sağlık merkezlerini, Dubai Studio City ise dünyanın en büyük film studyolarını bünyesinde toplamayı planlıyor. Dubai Biotechnology & Research Park dünyanın en iyi araştıma geliştirme labaratuarlarının, Dubai Knowledge Village ise uluslararası eğitim kurumlarının merkezi olacak. Son yıllarda ucuz işgücü nedeniyle Hindistan gibi ülkelere dışkaynak yöntemiyle kayan çağrı merkezi gibi hizmetlerin toplanacağı Dubai Outsourcing Zone ve yayınevleri, plak şirketleri ve matbaalar gibi şirketlerin biraraya geleceği International Media Production Zone ise oluşturulacak yeni bölgeler arasında. Tabii hizmet sektörünün yanı sıra Dubai Industrial City bünyesinde ise büyük şirketilerin üretim merkezlerinin inşaa edilmesi planlanıyor. Dubai International Capital ise bütün bu sermayeye uçacak ivmeyi kazandırak mali desteğini sağlayacak finans merkezi olacak. Tabii ki içinde dev stadyumlardan hayvanat bahçelerine her türlü aktraksyonun bulunacağı Dubailand ise bölgenin en büyük eğlence merkezi olacak.

Bizim Dubai ofisinde MENA (Middle East North Africa) bölgesinin merkezi bulunuyor. Yedi milletten çalışan var. Bizim şirkette de Dubai'nin genelinde olduğu gibi İngilizler ağırlıkta ama diğer Avrupa ülkelerinden gelen expatlar ve Arap kökenli çalışanlar da mevcut. Arap yarımadasının çoğunda olduğu gibi Ramazan ayında öğlen 14:30 sularında bütün işler duruyor. Şirketlerin telefon santrallerinin bile kapandığını söylemek yalan olmaz. Ancak expatların hepsi çalışmaya devam ediyor. Öğleye kadar süren sıkıcı bir eğitimin ardından yemeğe ofisin yanındaki bir binada bulunan sushi lokantasına gittik. Açıkçası çok fazla bir sushi kültürüm yoktur ama buradakiler gerçekten çok lezzetliydi. Tabii ofisin bulunduğu binadan çıkıp 50 metre yandaki diğer binaya yürümek bile sıcağın etkisini fazlasıyla hissetmek için yeterli oldu. Dubai'de Ekim ayında bile gündüz sıcaklığı 40 derecenin üstünde seyrederken, gece sıcaklığı ise en az 30 derece civarlarına düşüyor. Hava ile ilgili en büyük problem ise nem oranının çok yüksek olması. Bir süre sonra kendinizi akvaryumda hissediyorsunuz. Ancak bu sıcaklık orada yaşayanlar için serin sayılıyor. İnsan vücudunun dışarıda bayılmadan durabildiği her sıcaklık Dubaililer için serin kabul ediliyor. Bu şehirde yaşayan Lübnanlı bir arkadaşımın söylediğine göre yazın sıcaklıklar 55 derecenin üzerine çıkıyormuş ve kışın en soğuk gecesinde bile 15 derecenin altına inmiyormuş.

Ofisteki işimiz bittikten sonra Dubai'de yaşayan bir Türk arkadaşım beni oradaki diğer Türklerle beraber olacağımız bir akşam yemeğine davet etti. İş çıkışı arkadaşımın son model Jaguar arabasıyla yola çıktık. Türkiye'de yaklaşık anahtar teslim satış fiyatı ?150,000 olan bu arabanın buradaki satış fiyatı $60,000mış. Hem de dört yıllık kredi ile ödemenin maliyeti de bu fiyatın içine dahilmiş. Benzinin litresinin de yaklaşık 40 cent olduğunu düşünürsek insanların neden burada yaşamayı seçtiğini yavaş yavaş daha iyi anlamaya başlıyorum.

Arkadaşımın evine gidip eşini almadan önce yolumuzu biraz uzatıp inşaat halindeki Dubai Marina'ya gittik. Gene Dubai Holding bünyesinde bulunan Dubai Properties şehrin yaşam alanlarını ve iş merkezlerini yapmakla uğraşıyor. Şehrin her tarafınfa onlarca dev gökdelen inşaat halinde. Özellikle marina bölgesinde toplam 46 adet dev gökdelen yapıyorlar. Bu gökdelenlerin arasından Venedik misali kanallar açıyorlar ve buralardan deniz geçiriyorlar. Bu yöntemle kıyının kilometrelerce içlerine kadar deniz sokmuşlar. Böylece inşaa ettikleri bütün binaları waterfront diye çok daha pahalıya satabiliyorlar.

Yapma plastik ağaçları andıran devasa inşaatların arasında son model bir Jaguar ile dolaşırken Dubai'ye geldiğimden beri kafamı kurcalayan sorunun yanıtını buldum. Bütün şehri saran bu inşaatlarda çalışan işçiler kimler ve nerelerde kalıyorlar? Bu sorunun cevabını Dubai'nin demografik yapısında bulabiliriz sanırım. Yaklaşık 850 bin nüfuslu kentin yaklaşık 200 bini yerli Arap. Bunların keyfi yerinde, hiçbir şekilde hizmet sektöründe çalışmıyorlar. Genelde Porsche Cayenne'lerinin içinde beyazlar içinde, ray-ban güneş gözlükleri ile neş'e içerisinde dolaşıyorlar. Yaklaşık 150 bin kişilik bir expat nüfus var. Zaten anladığım kadarıyla bütün düzen bu nüfüsa hizmet etmek için dönüyor. Geriye kalan 500 bin kişi ise bu 350 bin kişinin rahatı için hizmet ediyor. Taksi şöförlüğü, garsonluk gibi işlerde genelde Pakisatanlı, Singapurlı, Malezyalı, Bangladeşli insanlar çalışıyor. Geri kalanlar ise vasıfsız inşaat işçileri. Neredeyse tümü Hintli olan bu işçileri sokakta görmek neredeyse imkansız. Çünkü bütün gün şantiyelerde çalıştıktan sonra otobüslerle şehir dışındaki işçi kamplarına götürülüyorlar. Bu kampların durumları içinse içler acısı deniyor, 8-10 kişi birarada ranzalarda ufacık odalarda kalıyorlarmış. Çalışma şartları ise ayrı bir korkunç, çalışırken sıcaktan, dehidrasyondan veya iş kazalarında ölen sayısız işçiden bahsediliyor. Biraz evvel bahsettiğim monarşinin esnek yapısı da işte tam burada devreye giriyor. İşçilerin çalışma şartlarından veya iş kazalarından hiç kimse bahsetmiyor, işçiler arasında bir kıpırdanma olursa da sorumlular hemen memleketlerine gönderiliyormuş. Herhangi bir örgütlenmeden söz etmek ise sadece komik bir rüyadan öteye gitmiyor. Gerek görüntü kirliliğini gerekse de olası bir asayiş problemini önlemek için işçiler vardiya bitimlerinde derhal kamplarına götürülüyorlar. Jumeirah'ın güzel plajlarinda donla denize giren Hintliler yok anlayacağınız.

Turuncu, mavi, renk renk tulumları ile Amerikan filmlerindeki mahkumlara benzeyen Hintli işçilerin otobüslere binen görüntüleri arasından Marina şantiyesinden çıktık ve Dubai Limanına doğru yolumuza devam ettik. Bütün bu yukarıda belirttiğim dev ticari makinenin çarklarını döndürecek ulaşım altyapısı ise Dubai Limanı tarafından sağlanıyor. Bu limanın en büyük hedefi ise Dünya'nın en işlek limanı olan Singapur Limanı'nı yakalamak.

Limana yakın bir kavşaktan döndükten sonra arkadaşımın palmiyeler ve Golf sahaları arasında bulunan, genel olarak expatların kaldığı lüks sitelerden birindeki evine vardık. Mortgage sistemi sayesinde 20-25 yıllik bir zaman diliminde bu muhteşem evleri satın almak çok kolay. Arkadaşımın kızı 5 yaşında ve Dubai'de okula başlamış. Bu şehirde çok iyi İngiliz ve Amerikan okulları bulmak mümkün. Hepsinde gayet iyi İngilizce ve Arapça öğretiyorlar.

Hepberaber şehrin eski bölümünde deniz kenarında bulunan bir yere akşam yemeğine gitmek için yola çıktık. Dubai'nin eski şehrinde doğal bir haliç var. Etrafında ise gene devasa gökdelenler ve süper lüks evler konumlanmış. Akşam hava sıcaklığı dayanılabilir düzeyde olduğu için dışarıda oturmaya karar verdik. Naneli limonata, tavuk döner ve kavunlu nargile eşliğinde muhabbete başladık. Gece saat 23:00 yaklaşırken ortam gittikçe kalabalıklaşmaya başladı ve bir adamın Arapça şarkı söylemeye başlamasıyla gittikçe şenlendi. Ancak her ne kadar hava oturulabilir düzeyde olsa da bir süre sonra sıcak bizim için dayanılmaz bir hal almaya başladı.

Bir sonraki durağımız her şehrin vazgeçilmezi Hard Rock Cafe oldu. Duvarladaki yüzlerce plak, Harley motorsikletler, pop-rock ideollerine ait eşyalar, tavanda ters duran bir araba, köşelerde rock kliplerinin yayınlandığı ekranlar ve arkadaş canlısı garsonlarıyla hedeflenen ütopik bir yaşamın propaganda mabedi olan bu mekanda bir İrlanda birası içtikten sonra arkadaşlarıma teşekkür ettim ve dışarıda bekleyen taksilerden biriyle kaldığım otele döndüm.

Dubai'de içki satışı çoğu Arap ülkesinde olduğu gibi yasak. İçkiyi ancak freeshop'lardan alabiliyorsunuz veya barlarda içebiliyorsunuz. Aslen müslümanların herhangi bir şekilde içki bulundurmaları veya içmeleri tamamen yasak. Bu arada Türklerin kafadan müslüman sayıldığını söylemekte fayda var. Gayrimüslimlere ise içki alabilmelerine, bulundurabilmelerine ve içebilmelerine izin veren bir ruhsat veriliyor. Ancak bu ruhsatın istendiğine hiç rastlamadım. Belki Türklerin batılı görünüşünden gayrimüslim sanıyorlardır. Bu arada barlardan bahsettim zaman, içki satışının yasak olduğu bir yerde nasıl oluyor da barlarda içki var diye düşünülebilir. Bu soruna şöyle pragmatik bir çare bulunmuş. Otellerin ve otellerde bulunan işletmelerin içki satmaya hakları var. Böyle olunca da bütün güzel restoranlar ve barlar otellerin içlerinde yer alıyor. Tabii burada bahsettiğim barlar bizim bildiğimiz otel barları gibi değil, barların ve restoranların bulunduğu kompleksler otellerden daha büyük.

Biraz evvel dediğim gibi, bu şartlar altında içki olayını çözmüşler ve kimseye karışmıyorlar. Ancak şehir efsanesi şeklinde anlatılan bir olay da içkili bir şekilde herhangi bir adli vakaya karıştığın zaman başından geçebilecekleri özetler nitelikte. Bir zaman Ericsson'un bölge direktörü içkili bir şekilde bir araba kazasına karışmış. Adamı üç gün sonra kafası kazınmış bir şekilde bir hapisanede bulup zor bela çıkarmışlar.

Benim anladığım bu içki yasağının dinle falan fazla bir alakası yok. Maksat bütün bu sosyal eşitsizliğin ortasında alkolün etkisiyle baskılanmış içgüdülerin toplumsal bir rahatsızlık yaratmasının önüne geçmek. Sonuçta bu eğer paran varsa, ki Arapların ve expatların parası var, istediğin gibi içki içebilirsin. Eğer yoksa da, işçiysen veya hizmetliysen, içki içmemen herkesin çıkarına...

Ertesi sabah taksiciyle daha sıcak bir muhabbet başlatmayı başarabildim. Sonuçta din kardeşiyiz.
- Selamun Aleyküm
- Aleyküm selam (kısa bir duraklama ve aynadan ince bir bakış ve şaşkınlıkla)
- Are you muslim sir? (şüphe ile)
- Yes, I am.
- Where are you from? (yüzde içten bir gülümsemeyle)
- Istanbul, Turkey
- ....

Ofisteki eğitimin sabah seansının ardından bu sefer öğle yemeğine bir Italyan lokantasına gittik. Lezzetli bir makarnanın ardından ofise geri dönüp eğitimin kalan kısmını da erken bir saatte tamamladıktan sonra öğleden sonra 15:00 sularında işimiz bitti. Ofisteki arkadaşımın odasına, ona hem bir teşekkür etmek hem de allahısmarladık demek için uğradığımda bana Dubai'deki birkaç inanılmaz projeden bahsetti.

Bunlardan bir tanesi belki de en çok bilinen The Palm. Dubai sahiline palmiye şeklinde yapılan doldurma toprağın üzerine dünyanın en lüks evleri ve otelleri yapılıyor. David Beckham'ın da ev aldığı bu müthiş projede Donald Trump'un da lale seklinde bir oteli yapılacak. Aslen bu David Beckham'ın ev alması da tamamen bir büyük pazarlama kampanyasının bir sonucu. Neredeyse bedavaya verilen bu ev sayesinde bu proje bütün medya organlarında kendisine önemli miktarda yer bulmayı başardı. Gemlenemz hayallerinin peşindeki insan içinse en can alıcı pazarlama sloganını kendi kendine yarattı. David ve Victoria Beckham ile komsu olmak istemez misin? Aslen The Palm projesi toplamda üç palmiyeden oluşuyor. Bunlardan ilki tamamlanmak üzere, diğerleri ise proje aşamasında. Çin seddinden sonra Dünya'da uzaydan görülebilen ikinci insan yapısı şey olacakmış burası.

İkinci inanılmaz proje ise The World. Dubai sahilinin açıklarında yüzlerce küçük doldurma adadan oluşan, tepeden bakılınca dünya şeklinde gözüken akılalmaz bir emlak şaheseri. The Palm ile aynı konseptte tasarlanan The World'de zevkine göre bir ada alıp üzerine istediğin evi yapabiliyorsun. Bu projenin sloganı ise daha da iddaalı. Senin de Dünya (The World) üzerinde bir yerin olsun istemez misin? Bu projede şu an bir fiil inşa halinde.

Üçümcü monumental proje ise Dubai'nin eski şehrinin ortasına dünyanın en yüksek binasını dikmek. Burj Dubai adını alacak bu bina 650 metre yüksekliği ile tamamlandığı zaman şehrin simgesi halini alacak. Birbiri ardında yükselen bitişik kuleler şeklinde tasarlanan bu bina mimari açıdan da eşsiz.

Arkadaşımın laptopunda bu projelerin sunumlarını büyük bir şaşkınlıkla izledikten sonra kendisine veda ederek otelimin yolunu tuttum. Bugün geldiğimden beri bir türlü fırsatını bulamadığım alışveriş merkezlerinden birini gezmeye vaktim olacak diye düşünerek odama vardım. Kısa bir istiraatin ardından şehir merkezindeki büyük alışveriş merkezi City Center'a geldim. İçerisinde Topshop'dan, Mango'ya, Ikea'dan Carrefour'a her türlü bilindik mağazanın bulunduğu bu büyük alışveriş merkezi nedense hiç ilgimi çekmedi. Aslen alışveriş merkezi gezmeyi hiçbir zaman sevmemiş biri olarak benim bile odamdan kalkıp buraya gelmiş olmam, Dubai'deki tüketim potansiyelinin büyüklüğünü anlamama yardımcı oldu.

Gelelim ekltronik cihazların fiyatlarına; vergi avantajındn dolayı fiyatlar Türkiye'nin yaklaşık %15-20 altında. Ancak peşin alma zorunluluğu olduğu için bence Dubai elektronik alışverişi için sanıldığı kadar uygun bir yer değil. Anlattıklarına göre eskiden fiyatlar çok daha ucuzmuş ancak talep artınca bütün dükkanlar marjlarını ciddi ölçüde yukarıya çekmişler. Asken Dubai'nin içinde elektronik eşyaların hala ucuza satıldığı bir sokak varmış ama hem çok sıkıldığım için, hem de alacak birşeyim olmadığı için oraya gitmedim.

Eğitimi bebaber aldığımız takım arkadaşlarımızla yiyeceğimiz yemek için Medinat Jumeirah oteline doğru yola çıktım. Söylenenlere göre Dubai'nin en lüks otellerinden biri olan bu otelde 45'in üzerinde bar ve lokanta yer alıyor. Burj Arab manzarası ve yapma kanallarının kenarlarına yerleştirilmiş restoranlarında Osmanlı'dan Çin'e, İtalyan'dan Fransız'a her türlü mutfağa ait yemek bulmak mümkün. The Left Bank adlı modern barda içkimizi içtikten sonta The Meat Co. adlı restoranda bifteklerimizi güzel bir California Merlot'u ile mideye indirdik. Yarı ciddi ve yarı sıkıcı iş arkadaşı muhabbetinden sonra birbirimizle vedalaştık ve herkes oteline döndü.

Ertesi sabah otelden ayrıldım ve memlekete dönmek için Dubai havalimanına doğru son kez bir Pakistanlı'nın kullandığı takside ilerlerken Arap Yarımada'sında geçirdiğim üçüncü günün tecrübesi kendini belli etmeye başlamıştı.
- Selamun Aleyküm habibi.
- Aleyküm selam
- Are you muslim?
- Elhamdürillah
- ....

Emirates'in İstanbul'a giden EA121 numaralı yolcu uçağı Ortadoğu'nun duman çıkan semalarından kendine uçacak güvenli bir bölge ararken, ben koridor kenarındaki koltuğumda Dubai seyahatimin bir kişisel muhasebesini yapmaya başladım.

Galiba Dubai, en radikal neo-liberalin bile hayal edemeyeceği kadar sosyal devlet anlayışından uzak bir kamu düzeninden, neredeyse tüm temel haklarından yoksun, gözden uzak bir proleteryadan ve küresel sermayenin emrinde bitmek tükenmek bilmeyen istekleri ve hiçbir zaman sonuca ulaşmayacak sınıf atlama arzsunun neden olduğu engellenemez tüketim çılgınlığıyla gözü boyanmış sınıf bilincinden yoksun bir yarı-burjuvadan oluşmuş cesur yeni bir dünya. İşte Marx'ın kabusu bu olsa gerek...

Emre Haydar

2 yorum:

irmik dedi ki...

bu yazini cok begendim. cok eglenceli okumasi hem de bilgi dolu.

Adsız dedi ki...

cok geyik yapmissin tesekkurler