Her Pazartesi 20:00 - 21:00 Arası Açık Radyo 94.9'da yayınlanan bir güncel rock müzik programı
Cuma, Aralık 23, 2005
Dinlediğim albümler - The Books, Jens, Jana vb.
Buraya fazla uğrayamadığımdan bahsetmiştim, zaten beş haftalık bir projenin de ortasında olduğumuz için yeni albümlere fazla yer veremiyorum. Ancak, bu yeni çalışmaları dinlemediğim anlamına tabii ki gelmiyor. Bu aralar yanımda dolaştırdığım albümler;
Jens Lekman - Oh you are so quiet Lens Jens Lekman
Geçtiğimiz sene ilk albümünü çıkaran Norveçli sanatçının single ve B-Side çalışmalarında oluşan bu albüm bence çok eğlenceli. Gerek şarkı müzikler, gerekse de şarkı sözleri ile kendini belli eden bir çalışma. Biraz Jonathan Richman, biraz da Kings of Convenience'in karışımı olmuş diyebiliriz. Bu arada Jens Lekman'in tam yeni albümünü yayınlayacakken, yazdığı şarkıları beğenmeyip, bundan vazgeçerek müzik harici bir iş aramaya başlaması ancak İskandinav ülkelerinde bulunan adil gelir dağılımının bir sonucu olsa gerek.
Jana Hunter - Black Unstaring Heirs of Doom
Bir çok eleştirmenen göre 2005 yılının en başarılı albümlerineden birini çıkaran Davendra Banhart'in yakın arkadaşı olan Jana Hunter'in albümü, Davendra'nın Cripple Crow'una çok benziyor. Eğer o çalışmayı beğendiyseniz bunu da kesin beğenirsiniz diye düşünüyorum. Folk tabanlı, vokal ağrlıklı, çok yavaş bir çalışma.
Rogue Wave - Descended Like Vultures
Subpop'un en son yayınladığı albümlerden biri olan Descended Like Vultures, özellikle 2006 yılında daha bir ünlü olacak gibi geliyor bana. Zaten Avrupa'ya gelmesi için bir sure geçmesi gerekiyor sanirsam. Neredeyse tüm şarkılarda bulunan catchy melodiler sayesinde bu grubun popüler olacağına kesin gözüyle bakıyorum.
The Strokes - First Impressions on Earth
Strokes'in modern müzik dünyasına çok şey kattığını düşünsem de hiç bir zaman onları en beğendiğim gruplar arasında sayamadım. Ancak bu yeni albümlerinin çok güzel olduğunu düşünüyorum. Ancak anladığım kadarıyla Strokes'ı çıkış tonuyla beğenen bir çok insan da bu albümü fazla beğenmemiş. Grup, yeni albümündeki çalışmaların neredeyse herbirinde farklı bir soundu yakalamaya çalışmış ve bunu az çok başarmış diyebiliriz. Özellikle Ize of the World ve Heart in a Cage çok güzel şarkılar.
Belle and Sebastian - Life Pursuit
İskoç topluluğun yıl başında yayınlanacak yeni albümünü 4-5 defa dinleyebildim. İçinde Act of the apostle, Funny Little frog gibi çok güzel çalışmalar bulunsa da ne yazık ki bu albümün Belle and Sebastian için sıradan olduğunu söyleyebilirim. Hele bu sene içinde yayınlanan toplama albüm Push the bartender to open new wounds'ı dinlerseniz ne demek istediğimi çok daha iyi anlarsınız. Özellikle eski çalışmaları ile kıyaslandığı zaman bu albümün çok daha basit melodilerden oluştuğunu söyleyebiliriz.
The Books - Lost and Safe
Avant-garde müzik dergisi Wire'ın 2005'in en iyi albümü seçtiği Lost and Safe'i son bir haftadır dinliyorum ve çok beğendiğimi söyleyebilirim. NY'lu bağımsız elektronik ve post rock ikilisi The Books'un bu çalışması belki salt melodi arayışındaki konvansyonel indie-rock dinleyicisine biraz aykırı gelebilir. Ancak düşük hacimli ama sofistike bir arkaplan müziğinin üzerine konuşmalar, filtresiz yansıtılan düşünceler ve ilintisiz ses kayıtların eklenmesiyle, müzik dinleme alışverişinde alışılagelmiş belirli bir melodi-şarkı sözü karşılığı belirli bir bireysel tecrübe-duygu edinimi sürecinden farklı olarak dinleyiciyi cok daha serbest bırakan bir albüm bu.
Sevgiler,
Haydar
Salı, Aralık 20, 2005
2003 yılı
Merhaba,
Dün tamamladığımız 2003 yılı seçkileri programına 12 şarkı sığdırmayı başardık.
1. Belle and Sebastian - Wrapped up in books
2. Architecture in Helsinki - The Owl's go
3. Postal Service - Brand New Colony
4. Yeah Yeah Yeahs - Maps
5. Jet - Are you gonna be my girl
6. The Crimea - Baby Boom
7. The Coral - Pass it on
8. The Dandy Warhols - You were the last high
9. The Thrills - Santa Cruz (You are not that far)
10. Blur - Out of time
11. Cat Power - Werewolf
12. Notwist - Pick up the phone
Haydar
Pazartesi, Aralık 19, 2005
Çok uzun zaman oldu
Merhabalar,
Yılın bu dönemleri her zaman için en çok çalıştığım zamanlar olmuştur. Genellikler Kasım - Şubat arasında kafamı kaşıyacak vakit bulamam. Bütün gün bilgisayarın başında oturduktan sonra da insanın bir daha internet göresi gelmiyor. Yani diyeceğim o dur ki, şu aralar blogumu fazla güncelleyemiyorum ve bu durum bir bu kadar daha devam edecekmiş gibi gözüküyor.
Peki bu aralar programda ne yapıyorum derseniz. Aralık ayının başında beri Alara ve Eren ile beraber bir ay sürecek bir kosept program dizisi hazırlıyoruz. 2001 ile 2005 arasında yıl yıl en beğendiğimiz şarkıları çalıp, o günleri anıyoruz. Şu zamana kadar 2001 ve 2002 yıllarının üzerinden geçtik, bugün de 2003 programı yapacağız. Öyle geriye dogru bir sayma seklinde degil, karisik olarak calabildigimiz kadar parça çalmaya çalışıyoruz o yıllardan.
Aşağıda 2001 ve 2002 yıllarının playlistlerini bulabilirsiniz.
2001
1. Spoon - Everything hits at once
2. Badly Drawn Boy - Once around the block
3. The Strokes - Last Nite
4. The White Stripes - We're gonna bi friends
5. Moldy Peaches - Who's got the crack
6. James - Getting away with it (all messed up)
7. Royksopp - Remid me
8. The Shins - Caring is creepy
9. Rapture - Out of the raced and on to the tracks
10. Manu Chao - Bixo
11. Gorillaz - Clint Eastwood
12. Yann Tiersen - La Valse d'Amelie
13- Divine Comedy - Perfect Lovesong
14 - Heavenly - Shallow
2002
1. The Flaming Lips - Yoshimi battles the pink robots
2. Rilo Kley - Capturing Moons
3. The Walkmen - We've been had
4. Hot Hot Heat - No Not Now
5. The Libertines - The good old days
6. The Streets - Too much brandy
7. Ballboy - I lost you but I found country music
8. Wilco - Jesus etc.
9. Cinerama - Health and Efficency
Haydar
Pazartesi, Kasım 28, 2005
George Best
Merhaba,
Bu haftaki programı geçtiğimiz hafta hayatını kaybeden dünyanın en ünlü futbolcularından George Best'e adamak istiyorum. Her ne kadar şarkı listesinde Wedding Present'in 1987 yılında çıkardığı bu dünyanın ilk yıldız furbolcusu ile aynı adı taşıyan albümden bir şarkı koymayı akıl edemesem de, onun icin guzel parçalar çalacağım.
Bu hafta genelde indie, post ve deneysel rock çalışmalarına yer vermeği düşünüyorum. Başlanğıç olarak Japonya'da OOIOO, daha sonra Amerika'dan The Polyphonic Spree ve Avustrulaya'dan Architecture in Helsinki grupları çalacak. Daha sonra da TV on the Radio'nun internetten yayınlanan son çalışması Dry Drunk Emperor'ı, NY'lu göçmen punk şarkıcıso Gogol Bodello ve Londra'lı topluluk The Crimea'in parçalarını çalacağız.
Tahmini şarkı listesi aşağıdaki gibi olacak, ama program esnasında bir-iki değişiklik yapabilirim.
Sıra | Sanatçı | Şarkı | Albüm |
1 | OOIOO | On Mani | Kila Kila Kila |
2 | The Plyphonic Spree | Reach For the Sun | The beginning stages of |
3 | Architecture in Helsinki | Need to shout | In Case we die |
4 | The Postal Service | Clark Gable | Give Up |
5 | TV on the Radio | Dry drunk emperor | Unreleased |
6 | Wolf Parade | Modern world | Apologies to the queen Mary |
7 | Hal | I sat down | Hal |
8 | The Crimea | Baby Boom | |
9 | Gogol Bordello | Immigrant Punk | Gyspy Punks Underdog Wold Strke |
10 | Black Mountain | Modern Music | Black Mountain |
11 | Test Icicles | Pull the lever | For Screening Puposes Only |
Sevgiler,
Haydar
* Resim - Geroge Best
Salı, Kasım 22, 2005
Dun aksam
Dün akşam şehir dışında olduğum için programı banttan yaptım. Şarkı listesini daha sonra ilave edeceğim. Ancak programda yer verdiğim gruplar Pro Forma, Saint Etienne, Lush, Gang of Four, Mansun, Pulp, Blind Melon, Voxtrot, The Divine Comedy, Tindersticks ve Tom Waits idi..
Sevgiler,
Haydar
Salı, Kasım 15, 2005
Gang of Four
70'li yılların önemli Post-Punk topluluklarından Gang of Four'un bu sene içinde yeniden birleştiğini sanırım duymuşsunuzdur. Birlikte konserler vermeye başlayan grubun yeni bir stüdyo albümü de çıkartması bekleniyor. Bu arada topluluğun ilk yaptığı şey ise yeniden stüdyoya girip eskiden kaydettikleri parçalari yeniden yorumlaması oldu. Bu çalışmanın ürünü olan "Return the Gift" isimli albüm'de geçtiğimiz ay piyasaya çıktı.
Paul Weller geçen sene bu zamanlarda sadece yorum şarkılardan oluşan "Studio 150" diye bir albüm yayınlamıştı. Bu sene ise "As is now" diye yeni bir stüdyo albümü piyasaya çıktı. Bu albümün çok başarılı olduğunu düşünüyorum.
Bu hafta öne çıkan diğer isimler ise eski Folk şarkıcısı Vashti Bunyan ve Fiona Apple'in son albümleri. Müziksel açıdan bu albümlerin her ikisinin de tümleşik olarak çok güzel olduğu kanaatindeyim.
Eski Libertines üyesi Pete Dohorty'nin yeni gurubu Babyshambles ile tüm zorluklara, skandallara, uyuşturuculara ve tutuklanmalara rağmen kaydettikleri ilk albümü de geçen haftalarda raflarda yerini aldı.
Bu haftanın şarkı listesi aşağıdaki gibiydi...
Sıra | Sanatçı | Şarkı |
1 | Depeche Mode | Suffer Well |
2 | Morphine | Saddest Song |
3 | Steve Wynn and the Miracle | Bruises |
4 | Paul Weller | Blink and you'll miss it |
5 | BabyShambles | What Katie Did Next |
6 | Gang of Four | Damaged Goods |
7 | The Joggers | Ziggurat Traffic |
8 | The Walkabouts | Devil in the Details |
9 | John Cale | Mailman |
10 | Fionna Apple | Get him back |
11 | Ryan Adams & The Cardinals | The Hardest Part |
12 | Vashti Bunyan | Wayward |
13 | Nouvelle Vague | In a manner of speaking |
Sevgiler,
*Resim - Gang of Four - 16 Mayıs 2005, Boston
Salı, Kasım 08, 2005
Dondante
Merhaba,
Dün akşamki programda son bir ayda çaldığım yeni albümlerden seçtiğim parçalara yer vermeye çalıştım. İlk defa çaldığım tek grup İngiliz garage-punk topluluğu El Presidente oldu. Kendisi ile aynı ismi taşıyan çıkış albümünü geçen hafta yaynlıyan bu grubun çalışmalarında Led Zeppelin'den Beach Boys'a kadar geniş bir yelpazeden esintiler yakalamk mümkün.
Bu arada My Morning Jacket'in Dondante isimli şarkısından bahsetmeden edemeyeceğim. Her ne kadar rock müzik tarihi bu tip şarkılarla dolu olsa da, güçlenerek tekrar eden bir gitar ve samimi bir vokalin psychodelic birlikteliği her zaman hoşuma gitmiştir.
Şarkı listesini aşağıda buşabilirsiniz.
Sıra | Sanatçı | Şarkı | Albüm |
1 | Silver Jews | There is a place | Tanglewood Numers |
2 | Franz Ferdinand | Outsiders | You could have it so much better |
3 | El Presidente | Rocket | El Presidente |
4 | The New Pornographers | Sing me the spanish techno | Twin Cinema |
5 | Constantines | Good Nurse | Tournament Of Hearts |
6 | My Morning Jacket | Dondante | Z |
7 | Death Cab for Cutie | Summer Skin | Plans |
8 | Neil Young | The Painter | Prairie Wind |
9 | Iron and Wine | Calexico | Burn that broken bed | In the reins |
10 | Sigur Ros | Hoppipolla | Takk |
11 | Animal Collective | Grass | Feels |
Sevgiler,
Haydar
* Resim - My Morning Jacket
Çarşamba, Kasım 02, 2005
Morrissey'den mektup var
31 October 2005
I would like to say congratulations to Julia on the new launch of True To You! I know it will be a big success.
We are in the mid-stages of the mixing process on Ringleader Of The Tormentors here in Rome, and it has been a dazzling experience. Tony Visconti has been exceptional, and we are all very proud of the results.
The first single will be released in the second week of February, and the album will follow around March 20th.
Our plan to play Mexico City on New Year's Eve has not materialised - no decent financial offer to make the journey possible, which is sad.
We have moved our Italian and Greek and Turkish dates to February which will be the tour to launch the album.
Please watch this site for more news soon.
I am yours forever, MORRISSEY.
Salı, Kasım 01, 2005
Bir yıl
Dün akşamki program itibari ile Açık Radyo'da birinci yılım dolmuş bulunuyor.
Ayrıca dünkü programda teknik bir aksaklıktan dolayı (şarkı eksik kaydetmiş) The Coral çalamadım, onun yerine programı Happy Mondays'den Kinky Afro ile tamamladım. İlk planladığımdan daha güzel oldu.
Sevgiler,
Haydar
Pazartesi, Ekim 31, 2005
Hava çok kötü
Bu hafta programda neredeyse yeni hiçbir şey yok. Genel olarak seçtiğim parçalar 70'ler ve 80'ler de kurulan indie-rock ve neo-psychodelia tarzında müzik yapan grupların çalışmaları. Bu sezonun en karanlık gününde, biraz harereketli ve sert parçalar iyi gider diye düşündüm.
Sıra | Sanatçı | Şarkı | Albüm |
1 | Mercury Rev | Bronx Cheer | Boces |
2 | New York Dolls | Personality Crisis | New York Dolls |
3 | Spiritualized | On fire | Let it come down |
4 | David Bowie | Beauty and the beast | Heroes |
5 | The Modern Lovers | Pablo Picasso | The Modern Lovers |
6 | Orange Juice | Tender Object | You can't hide your love forever |
7 | The Flaming Lips | She don't use jelly | Transmissions from the satellite heart |
8 | Violent Femmes | Never Tell | Hallowed Ground |
9 | Hal | Play the hits | Hal |
10 | Gorky's Zygotic Mynci | Mow the lawn | Sleep/Holiday |
11 | Ween | Ocean Man | The Mollusk |
Sevgiler,
Haydar
* Foto - Violent Femmes
Pazartesi, Ekim 24, 2005
24 Ekim
Merhaba,
Bu haftaki programda dinlenmesi biraz zor olmakla beraber müzikal olarak gelişmiş şarkılara yer vereceğim. Öncelikle bir Belle & Sebastian B-Side'ı "Beautiful" adlı şarkıyla başlayacağız, arkasından gene bir İskoç topluluğu Arab Strap'ın yeni albümü The Last Romance'den ilk single "Dream Sequence" gelecek.
Chamber Pop'un bu güzel çalışmalarının ardından Kanadalı indie-rock orkestrası Broken Social Scene'in self-titled yeni albümünden "Fire Eye'd Boy" isimli parçayı dinleyeceğiz.
NYC'li deneysel rock grubu Animal Collective'nin 18 Ekim'de yayınlanan üçüncü stüdyo albümü Feels'den seçtiğim parça "Did you see the words?"ün ardından 11 Ekim'de yeni albümünü yayınlayan Kanadalı indie-rock topluluğu The Constantines'den "Lizaveta"'yı dinleyeceğiz.
Bu haftanın en güzel çalışmalarından biri ise David Berman'ın 1989 yılında Stephan Malkmus ve Bob Nastanovich ile beraber kurduğu grup Silver Jews'ün yeni albümü Tanglewood Numbers'dan "Punks in the Beerlight". 4 yıllık bir depresyon-uyuşturucu-intihar teşebbüsü döneminin ardından yayınlanan bu albümde Will Oldham'ın da katkıları mevcut.
The Flaming Lips ve Galaxie 500 gibi indie-neo psychodelic toplulukların arasında gösterilen My Morning Jacket'in yeni albümü Z'den seçtiğim parçanın ismi ise "Lay Low".
Danimarkalı rock topluluğu Mew'ün yeni albümü And the glass handed kites'dan çalacağımız "White Lips kisses" isimli çalışmanın arkasından, Arcade Fire üyesi Richard Reed Parry'nin yan projesi deneysel rock gubu Bell Orchestre'nin 8 Kasım'da yayınlanacak albümü Recording a tape the colour of the light'dan "Salvatore Amato" adlı şarkıyı dinleyeceğiz.
Son olarak da San Francisco'lu post-rock grubu Deerhoof'un 11 Ekim'de yayınladığı yeni albümü The Runners Four'dan seçtiğim parça Running Thoughts ile programı kapatacağız.
Playlisti aşağıda bulabilirsiniz.
Sıra | Sanatçı | Şarkı | Albüm |
1 | Belle and Sebastian | Beautiful | Push the barman to open new wounds |
2 | Arab Strap | Dream Sequence | The Last Romance |
3 | Broken Social Scene | Fire Eye'd Boy | Broken Social Scene |
4 | Animal Collective | Did you see the words? | Feels |
5 | The Constantines | Lizaveta | Tournament Of Hearts |
6 | Silver Jews | Punks in the beerlight | Tanglewood Numers |
7 | My Morning Jacket | Lay Low | Z |
8 | Mew | White Lips kissed | And the glass handed kites |
9 | Bell Orchestre | Salvatore Amato | Recording a tape the colour of the light |
10 | Deerhoof | Running Thoughts | The Runners Four |
Sevgiler,
Haydar
* Resim - Bell Orchestre
deviantArt
Merhaba,
Beğendiğim fotoğraflarımı bir DeviantART sayfasında topladım. Eğer ilginizi çekerse http://asayisberkamal.deviantart.com/ adresinde ziyaret edebilirsiniz.
Sevgiler,
Haydar
Salı, Ekim 18, 2005
Radyo Kadro
Dün söylediğim üzere programın içeriğini Eren hazırladı. Strokes'ın yeni single'ından Metric'e, Lush'dan Jake'e, Roxy Music'den Magic Numbers'a, Beatles'dan Deerhoof'a birçok grubun şarkılarına yer verdiğimiz program bence çok güzel oldu. Alara'nın getirdiği Vanity Fair'den çıkan derleme CD ise programa renk kattı. Öncelikle Eren'e ve Alara'y programa yaptıkları katkılardan, Can'a ve Elif'e de manevi desteklerinden dolayı teşşekkür ederim.
Sevgileri
Haydar
Pazartesi, Ekim 17, 2005
Şu aralar ne dinliyorum?
Selamlar,
Uzun zamandir burayi program konusunda güncelleyemediğimin farkındayım. En kısa sürede geçtiğimiz programların playlistlerini buraya koyacağım. Genel olarak geçen haftanın büyük bir kısmında Dubai'deydim. Geri kalan kısmın boş vakitlerinde ise aşağıda gördüğünüz uzun ve sıkıcı yazıyı yazmak ile meşguldüm.
En azından şu aralar ne dinliyorum konusunda kısa bir özet geçebiliri.
Öncelikle Davendra Banhart'ın yeni albümü "Cripple Crow" gerçekten çok güzel. Sonra şu aralarki favorim Wolf Parade'in albümü "Apologies to the queen mary" cok guzel. Ayrıca Metric'in albümü "Live it out" da hızlı ve eğlenceli. The Rosebuds'un yeni çıkan albümü "Birds make good neighbors" da hiç fena değil. Neil Young'un yeni albümü "Praire Wind" de gerçekten çok harika..
Hee, bunun dışında unutmadan, bundan iki hafta evvel Neil Young'un yeni albümünü anons ederken sürekli Praire World demisim Praire Wind yerine. Herkesden özür dikelerim..
Son bir not da geçen cuma Alt Kemancı'da çıkan "A fall for Stella" adlı cover grubuyla ilgili. Belki de hayatımda ilk defa yaş ortalamasının üzerinde kaldığımız bir bar ortamında dinlediğimiz müzik gerçekten çok güzeldi. Gerek repertuarlarıyla, gerekse de yetenekleriyle harika çaldı gençler... Umarım ayne bu şekilde devam ederler.
Bu akşamki programda Eren konuğum olacak, uzun zamandır kendisini konuk etmemiştim, güzel bir program olacağına eminim.
Sevgileri,
Haydar
Ciddi Bir yazı - Dubai ve Marx
Dubai ? Marx'ın kabusu
İtalya denince insanın aklına gürültülü kalabalık aileler, rönesans sanatı, ince pizzalar ve scooterlar; Fransa denince baurdeux şarabı, eyfel kulesi, Amelie ve şık caddeler; Rusya denince büyük ve kasvetli binalar, geniş meydanlar, soğuk hava ve votka gibi kendi içinde tutarlı, insanın bireysel deneyimlerinden esinlenen bir sürü imge gelir. Herkesin heryer için kafasında yaratabileceği stereotiplere dayalı hayaller vardir. Peki Dubai denince insanın aklına nasıl bir yer gelir? Yelken şeklindeki mimarisiyle devasa Burj Arab Oteli, ucuz elektronik ve Ayşe Arman'ı birleştiren yer nasıl bir yer olabilir? Aşırı sıcak iklimi, Müslüman Arap nüfusu, monarşik yapısıyla Körfez'deki bir emirlik nasıl olur da Batı'nın bir numaralı çekim merkezi olur? Kafamda bütün bu sorular ile Pazar akşamı Dubai'de bir şirket eğitimine gitmek üzere Atatürk havalimanı'nın yolunu tuttum.
Arabamı vale park görevlisine teslim ettikten sonra, güvenlik kontrolü, yurtdışına çıkış harcını ödeme, para bozdurma, check-in, pasaport kontrolü, freeshop, bir daha güvenlik kontrolü ve kapıda bekleme gibi günümüz küreselleşmesinin sadece sermayenin serbest dolaşımı olduğunu kanıtlayen yurt dışına çıkış ritüellerinin ardından kendimi Emirates'in İsranbul-Dubai uçuşunu gerçekleştirecek A330 tipi yolcu uçağının ekonomi sınıfında, koridor kenarındaki bir koltukta kalkış öncesi güvenlik uyarılarını anlatan videoyu izlerken buldum. Gerçek kesitten beter canlandırma sahneleriyle dolu güvenlik videosunda acil durumda oksijen maskesini takan baba ve oğlunun gerçeküstü sakinliği karşısında kahkahamı tutamayınca, yakınımdaki insanların bakışlarını, uzaktakilerin ise meraklarını üzerime çekmeyi başardım.
Dubai merkezli Emirates dünyanın en iyi havayolu şirketi olma yolunda ilerlerken yolcu konforunu en üst düzeyde tutabilmek için her türlü detayı düşünen bir firma. Ekonomi sınıfında bile herkesin önünde bulunan dokunmatik ekran sayesinde gösterilen sekiz filmden birini, türlü türlü dizileri, spor programlarını, müzik programlarını izleyebiliyor, onlarca radyo yayını arasından istediğiniz müziği dinleyebiliyor, ellinin üzerinde oyundan istediğinizi oynayabiliyor, e-mail gönderebiliyor veya uydu telefonu aracılığı ile istediğinizi arayabiliyorsunuz. Uçağın önüne ve altına yerleştirilen iki kameradan kalkış ve iniş anını pilotun bakış açısıyla görüp, altınızda akan şehirleri zümrüt-ü anka misali izleyebilirsiniz. (Keep Discovering, Fly Emirates ? en azından THY'den sonra iyi geliyor)
Bu eğlence konsolu sayesinde yanıma uçuş esnasında okurum diye aldığım dergi ve kitaplar, dinlerim diye aldığım mp3 player sadece aksesuar görevini gördü. Mr. and Ms. Smith adlı berbat film, CSI: Miami ve Fraiser'in ardından Dubai'ye inmiştik. Tabii güzel bir viski, lezzetli bir yemek ve Avusturalya Shiraz'ını da unutmamak gerekir.
Oranın saatiyle gecenin birinde inmiş olmama rağmen uçaktan inip bizi terminale götürecek otobüse yürüyene kadar yüzüme çarpan sıcak dalgası ilk defa ortadoğuya geldiğimin habercisiydi. Otobüsün içindeki klima kaynaklı aşırı soğuk ise bu şehirdeki çelişkilerin ilk göze çarpan örneği oldu. Dubai'de geçirdiğim tüm zaman boyunca dışarıdaki aşırı sıcak ve içerideki aşırı soğuk arasında yıprandım durdum. Otobüste ilerlerken gece karanlığında uzakta gözüken yüzlerce vincin ışığı ise Dubai'nin bir özeti gibiydi. Dev bir şantiye görümündeki bu gerceküstü kente resmi olarak varmıştım. Pasaport kontrolünün ardından üç gün boyunca konaklayacağım Jumeira Rotana otelinden gönderilen araçla şehre doğru yola çıktım.
Dubai, Birleşik Arap Emirlikleri'ne (UAE) bağlı yedi Emirlikten biri. Arap yarımadasının güneydoğusunda İran Körfezi'nin girişini tutan Emirliklerin coğrafi konumu bölge açısından çok stratejik. Doğanın iklim konusundaki cimriliği, yeraltı kaynakları konusundaki cömertliği ile taban tabana bir zıtlık oluştursa da tarihin akışı içerisinde şu an için UAE dünyanın zengin ülkelerinden biri. Binyıllarca hiçkimsenin yüzüne bile bakmadığı bu kurak topraklar artık dünyanın en değerli yerleri.
Ancak her türlü fosil tabanlı enerji kaynağının gün gelip de tükeneceğini bilmek için çok da vizyoner olmak gerekmiyor. Tabii o gün geldiğinde çölde kumdan kaleler yapmamak için şimdiden harekete geçmek önemli bir vizyonun ürünü. Özellikle diğer petrol zengini ülkelerin içinde bulundukları miskin hal düşünüldüğü zaman böyle bir ilerigörüşlülüğün önemi iyice ortaya çıkıyor. Bu vizyonun sahibi kişi ise şu anki Dubai Emiri Rashid Al-Maktoum'un babası Sheikh Zayed. Geçtiğimiz sene hayatını kaybeden Sheikh Zayed, ülkesinin ve kendi sülalesinin geleceğini kurtarmak için dev bir projeye girişmiş. Belki de dünyanın bu en büyük kalkınma ve üretimsel dönüşüm projesinin temelinde küresel sermayeyi Dubai'ye çekmek yatıyor. Bunun için monarşik yapının tüm esneklikleri en pragmatik biçimiyle kullanılırken, petrolün gücüyle elde edilen tamamen vergisiz bir mali düzen ve Güney Asya ülkelerinden gelen ve hiçbir sosyal hakkı bulunmayan ucuz işgücü Batı'nın sunamadığı tüm rekabetçi ortamı sağlamaya yetiyor.
Sabah uyandıktan sonra hızlı bir duş ve kahvaltının ardından otelin önünde bekleyen taksilerden birine bindim. Taksilerin şehirlerin aynası olduğunu düşündüğümden taksi içindeki kısa bir gözlemin ardından şöför ile günlük hayata dair bir muhabbete başladım. Genelde bu şehirdeki taksicilerin hepsi Pakistanlı ve gayet iyi ingilizce biliyorlar. Tertemiz, son model taksilerin hepsinin içinde GPS uygulamasi mevcut ve bütün yolları takip edebiliyorsun. Öğrendiğim kadarıyla taksilerin hepsi devlete aitmiş. Dubai boyunca uzanan beş şerit gidiş, beş şerit gelişli Seyh Zayed caddesinden bizim ofisin bulunduğu Dubai Internet City'nin yolunu tuttuk.
Dubai Holding bünyesinde inşa edilen iş kümeleri ise dünya devi şirketlerin sektörel bazda ihtiyaçlarını karşılamak için gerekli tüm altyapıyı sağlamak için tasarlanmış. Şu ana kadar inşaatı tamamlanan Dubai Internet City ve Dubai Media City'de bilişim ve medya sektörlerinin tüm büyük firmalarının bölge merkezlerini bulmak mümkün. Bunun dışında inşaatı süren veya proje aşamasında olan Dubai Humaritarian City dünyanın önde gelen STK'larını ve onların depolarını, Dubai Healthcare City bölgenin en gelişmiş sağlık merkezlerini, Dubai Studio City ise dünyanın en büyük film studyolarını bünyesinde toplamayı planlıyor. Dubai Biotechnology & Research Park dünyanın en iyi araştıma geliştirme labaratuarlarının, Dubai Knowledge Village ise uluslararası eğitim kurumlarının merkezi olacak. Son yıllarda ucuz işgücü nedeniyle Hindistan gibi ülkelere dışkaynak yöntemiyle kayan çağrı merkezi gibi hizmetlerin toplanacağı Dubai Outsourcing Zone ve yayınevleri, plak şirketleri ve matbaalar gibi şirketlerin biraraya geleceği International Media Production Zone ise oluşturulacak yeni bölgeler arasında. Tabii hizmet sektörünün yanı sıra Dubai Industrial City bünyesinde ise büyük şirketilerin üretim merkezlerinin inşaa edilmesi planlanıyor. Dubai International Capital ise bütün bu sermayeye uçacak ivmeyi kazandırak mali desteğini sağlayacak finans merkezi olacak. Tabii ki içinde dev stadyumlardan hayvanat bahçelerine her türlü aktraksyonun bulunacağı Dubailand ise bölgenin en büyük eğlence merkezi olacak.
Bizim Dubai ofisinde MENA (Middle East North Africa) bölgesinin merkezi bulunuyor. Yedi milletten çalışan var. Bizim şirkette de Dubai'nin genelinde olduğu gibi İngilizler ağırlıkta ama diğer Avrupa ülkelerinden gelen expatlar ve Arap kökenli çalışanlar da mevcut. Arap yarımadasının çoğunda olduğu gibi Ramazan ayında öğlen 14:30 sularında bütün işler duruyor. Şirketlerin telefon santrallerinin bile kapandığını söylemek yalan olmaz. Ancak expatların hepsi çalışmaya devam ediyor. Öğleye kadar süren sıkıcı bir eğitimin ardından yemeğe ofisin yanındaki bir binada bulunan sushi lokantasına gittik. Açıkçası çok fazla bir sushi kültürüm yoktur ama buradakiler gerçekten çok lezzetliydi. Tabii ofisin bulunduğu binadan çıkıp 50 metre yandaki diğer binaya yürümek bile sıcağın etkisini fazlasıyla hissetmek için yeterli oldu. Dubai'de Ekim ayında bile gündüz sıcaklığı 40 derecenin üstünde seyrederken, gece sıcaklığı ise en az 30 derece civarlarına düşüyor. Hava ile ilgili en büyük problem ise nem oranının çok yüksek olması. Bir süre sonra kendinizi akvaryumda hissediyorsunuz. Ancak bu sıcaklık orada yaşayanlar için serin sayılıyor. İnsan vücudunun dışarıda bayılmadan durabildiği her sıcaklık Dubaililer için serin kabul ediliyor. Bu şehirde yaşayan Lübnanlı bir arkadaşımın söylediğine göre yazın sıcaklıklar 55 derecenin üzerine çıkıyormuş ve kışın en soğuk gecesinde bile 15 derecenin altına inmiyormuş.
Ofisteki işimiz bittikten sonra Dubai'de yaşayan bir Türk arkadaşım beni oradaki diğer Türklerle beraber olacağımız bir akşam yemeğine davet etti. İş çıkışı arkadaşımın son model Jaguar arabasıyla yola çıktık. Türkiye'de yaklaşık anahtar teslim satış fiyatı ?150,000 olan bu arabanın buradaki satış fiyatı $60,000mış. Hem de dört yıllık kredi ile ödemenin maliyeti de bu fiyatın içine dahilmiş. Benzinin litresinin de yaklaşık 40 cent olduğunu düşünürsek insanların neden burada yaşamayı seçtiğini yavaş yavaş daha iyi anlamaya başlıyorum.
Arkadaşımın evine gidip eşini almadan önce yolumuzu biraz uzatıp inşaat halindeki Dubai Marina'ya gittik. Gene Dubai Holding bünyesinde bulunan Dubai Properties şehrin yaşam alanlarını ve iş merkezlerini yapmakla uğraşıyor. Şehrin her tarafınfa onlarca dev gökdelen inşaat halinde. Özellikle marina bölgesinde toplam 46 adet dev gökdelen yapıyorlar. Bu gökdelenlerin arasından Venedik misali kanallar açıyorlar ve buralardan deniz geçiriyorlar. Bu yöntemle kıyının kilometrelerce içlerine kadar deniz sokmuşlar. Böylece inşaa ettikleri bütün binaları waterfront diye çok daha pahalıya satabiliyorlar.
Yapma plastik ağaçları andıran devasa inşaatların arasında son model bir Jaguar ile dolaşırken Dubai'ye geldiğimden beri kafamı kurcalayan sorunun yanıtını buldum. Bütün şehri saran bu inşaatlarda çalışan işçiler kimler ve nerelerde kalıyorlar? Bu sorunun cevabını Dubai'nin demografik yapısında bulabiliriz sanırım. Yaklaşık 850 bin nüfuslu kentin yaklaşık 200 bini yerli Arap. Bunların keyfi yerinde, hiçbir şekilde hizmet sektöründe çalışmıyorlar. Genelde Porsche Cayenne'lerinin içinde beyazlar içinde, ray-ban güneş gözlükleri ile neş'e içerisinde dolaşıyorlar. Yaklaşık 150 bin kişilik bir expat nüfus var. Zaten anladığım kadarıyla bütün düzen bu nüfüsa hizmet etmek için dönüyor. Geriye kalan 500 bin kişi ise bu 350 bin kişinin rahatı için hizmet ediyor. Taksi şöförlüğü, garsonluk gibi işlerde genelde Pakisatanlı, Singapurlı, Malezyalı, Bangladeşli insanlar çalışıyor. Geri kalanlar ise vasıfsız inşaat işçileri. Neredeyse tümü Hintli olan bu işçileri sokakta görmek neredeyse imkansız. Çünkü bütün gün şantiyelerde çalıştıktan sonra otobüslerle şehir dışındaki işçi kamplarına götürülüyorlar. Bu kampların durumları içinse içler acısı deniyor, 8-10 kişi birarada ranzalarda ufacık odalarda kalıyorlarmış. Çalışma şartları ise ayrı bir korkunç, çalışırken sıcaktan, dehidrasyondan veya iş kazalarında ölen sayısız işçiden bahsediliyor. Biraz evvel bahsettiğim monarşinin esnek yapısı da işte tam burada devreye giriyor. İşçilerin çalışma şartlarından veya iş kazalarından hiç kimse bahsetmiyor, işçiler arasında bir kıpırdanma olursa da sorumlular hemen memleketlerine gönderiliyormuş. Herhangi bir örgütlenmeden söz etmek ise sadece komik bir rüyadan öteye gitmiyor. Gerek görüntü kirliliğini gerekse de olası bir asayiş problemini önlemek için işçiler vardiya bitimlerinde derhal kamplarına götürülüyorlar. Jumeirah'ın güzel plajlarinda donla denize giren Hintliler yok anlayacağınız.
Turuncu, mavi, renk renk tulumları ile Amerikan filmlerindeki mahkumlara benzeyen Hintli işçilerin otobüslere binen görüntüleri arasından Marina şantiyesinden çıktık ve Dubai Limanına doğru yolumuza devam ettik. Bütün bu yukarıda belirttiğim dev ticari makinenin çarklarını döndürecek ulaşım altyapısı ise Dubai Limanı tarafından sağlanıyor. Bu limanın en büyük hedefi ise Dünya'nın en işlek limanı olan Singapur Limanı'nı yakalamak.
Limana yakın bir kavşaktan döndükten sonra arkadaşımın palmiyeler ve Golf sahaları arasında bulunan, genel olarak expatların kaldığı lüks sitelerden birindeki evine vardık. Mortgage sistemi sayesinde 20-25 yıllik bir zaman diliminde bu muhteşem evleri satın almak çok kolay. Arkadaşımın kızı 5 yaşında ve Dubai'de okula başlamış. Bu şehirde çok iyi İngiliz ve Amerikan okulları bulmak mümkün. Hepsinde gayet iyi İngilizce ve Arapça öğretiyorlar.
Hepberaber şehrin eski bölümünde deniz kenarında bulunan bir yere akşam yemeğine gitmek için yola çıktık. Dubai'nin eski şehrinde doğal bir haliç var. Etrafında ise gene devasa gökdelenler ve süper lüks evler konumlanmış. Akşam hava sıcaklığı dayanılabilir düzeyde olduğu için dışarıda oturmaya karar verdik. Naneli limonata, tavuk döner ve kavunlu nargile eşliğinde muhabbete başladık. Gece saat 23:00 yaklaşırken ortam gittikçe kalabalıklaşmaya başladı ve bir adamın Arapça şarkı söylemeye başlamasıyla gittikçe şenlendi. Ancak her ne kadar hava oturulabilir düzeyde olsa da bir süre sonra sıcak bizim için dayanılmaz bir hal almaya başladı.
Bir sonraki durağımız her şehrin vazgeçilmezi Hard Rock Cafe oldu. Duvarladaki yüzlerce plak, Harley motorsikletler, pop-rock ideollerine ait eşyalar, tavanda ters duran bir araba, köşelerde rock kliplerinin yayınlandığı ekranlar ve arkadaş canlısı garsonlarıyla hedeflenen ütopik bir yaşamın propaganda mabedi olan bu mekanda bir İrlanda birası içtikten sonra arkadaşlarıma teşekkür ettim ve dışarıda bekleyen taksilerden biriyle kaldığım otele döndüm.
Dubai'de içki satışı çoğu Arap ülkesinde olduğu gibi yasak. İçkiyi ancak freeshop'lardan alabiliyorsunuz veya barlarda içebiliyorsunuz. Aslen müslümanların herhangi bir şekilde içki bulundurmaları veya içmeleri tamamen yasak. Bu arada Türklerin kafadan müslüman sayıldığını söylemekte fayda var. Gayrimüslimlere ise içki alabilmelerine, bulundurabilmelerine ve içebilmelerine izin veren bir ruhsat veriliyor. Ancak bu ruhsatın istendiğine hiç rastlamadım. Belki Türklerin batılı görünüşünden gayrimüslim sanıyorlardır. Bu arada barlardan bahsettim zaman, içki satışının yasak olduğu bir yerde nasıl oluyor da barlarda içki var diye düşünülebilir. Bu soruna şöyle pragmatik bir çare bulunmuş. Otellerin ve otellerde bulunan işletmelerin içki satmaya hakları var. Böyle olunca da bütün güzel restoranlar ve barlar otellerin içlerinde yer alıyor. Tabii burada bahsettiğim barlar bizim bildiğimiz otel barları gibi değil, barların ve restoranların bulunduğu kompleksler otellerden daha büyük.
Biraz evvel dediğim gibi, bu şartlar altında içki olayını çözmüşler ve kimseye karışmıyorlar. Ancak şehir efsanesi şeklinde anlatılan bir olay da içkili bir şekilde herhangi bir adli vakaya karıştığın zaman başından geçebilecekleri özetler nitelikte. Bir zaman Ericsson'un bölge direktörü içkili bir şekilde bir araba kazasına karışmış. Adamı üç gün sonra kafası kazınmış bir şekilde bir hapisanede bulup zor bela çıkarmışlar.
Benim anladığım bu içki yasağının dinle falan fazla bir alakası yok. Maksat bütün bu sosyal eşitsizliğin ortasında alkolün etkisiyle baskılanmış içgüdülerin toplumsal bir rahatsızlık yaratmasının önüne geçmek. Sonuçta bu eğer paran varsa, ki Arapların ve expatların parası var, istediğin gibi içki içebilirsin. Eğer yoksa da, işçiysen veya hizmetliysen, içki içmemen herkesin çıkarına...
Ertesi sabah taksiciyle daha sıcak bir muhabbet başlatmayı başarabildim. Sonuçta din kardeşiyiz.
- Selamun Aleyküm
- Aleyküm selam (kısa bir duraklama ve aynadan ince bir bakış ve şaşkınlıkla)
- Are you muslim sir? (şüphe ile)
- Yes, I am.
- Where are you from? (yüzde içten bir gülümsemeyle)
- Istanbul, Turkey
- ....
Ofisteki eğitimin sabah seansının ardından bu sefer öğle yemeğine bir Italyan lokantasına gittik. Lezzetli bir makarnanın ardından ofise geri dönüp eğitimin kalan kısmını da erken bir saatte tamamladıktan sonra öğleden sonra 15:00 sularında işimiz bitti. Ofisteki arkadaşımın odasına, ona hem bir teşekkür etmek hem de allahısmarladık demek için uğradığımda bana Dubai'deki birkaç inanılmaz projeden bahsetti.
Bunlardan bir tanesi belki de en çok bilinen The Palm. Dubai sahiline palmiye şeklinde yapılan doldurma toprağın üzerine dünyanın en lüks evleri ve otelleri yapılıyor. David Beckham'ın da ev aldığı bu müthiş projede Donald Trump'un da lale seklinde bir oteli yapılacak. Aslen bu David Beckham'ın ev alması da tamamen bir büyük pazarlama kampanyasının bir sonucu. Neredeyse bedavaya verilen bu ev sayesinde bu proje bütün medya organlarında kendisine önemli miktarda yer bulmayı başardı. Gemlenemz hayallerinin peşindeki insan içinse en can alıcı pazarlama sloganını kendi kendine yarattı. David ve Victoria Beckham ile komsu olmak istemez misin? Aslen The Palm projesi toplamda üç palmiyeden oluşuyor. Bunlardan ilki tamamlanmak üzere, diğerleri ise proje aşamasında. Çin seddinden sonra Dünya'da uzaydan görülebilen ikinci insan yapısı şey olacakmış burası.
İkinci inanılmaz proje ise The World. Dubai sahilinin açıklarında yüzlerce küçük doldurma adadan oluşan, tepeden bakılınca dünya şeklinde gözüken akılalmaz bir emlak şaheseri. The Palm ile aynı konseptte tasarlanan The World'de zevkine göre bir ada alıp üzerine istediğin evi yapabiliyorsun. Bu projenin sloganı ise daha da iddaalı. Senin de Dünya (The World) üzerinde bir yerin olsun istemez misin? Bu projede şu an bir fiil inşa halinde.
Üçümcü monumental proje ise Dubai'nin eski şehrinin ortasına dünyanın en yüksek binasını dikmek. Burj Dubai adını alacak bu bina 650 metre yüksekliği ile tamamlandığı zaman şehrin simgesi halini alacak. Birbiri ardında yükselen bitişik kuleler şeklinde tasarlanan bu bina mimari açıdan da eşsiz.
Arkadaşımın laptopunda bu projelerin sunumlarını büyük bir şaşkınlıkla izledikten sonra kendisine veda ederek otelimin yolunu tuttum. Bugün geldiğimden beri bir türlü fırsatını bulamadığım alışveriş merkezlerinden birini gezmeye vaktim olacak diye düşünerek odama vardım. Kısa bir istiraatin ardından şehir merkezindeki büyük alışveriş merkezi City Center'a geldim. İçerisinde Topshop'dan, Mango'ya, Ikea'dan Carrefour'a her türlü bilindik mağazanın bulunduğu bu büyük alışveriş merkezi nedense hiç ilgimi çekmedi. Aslen alışveriş merkezi gezmeyi hiçbir zaman sevmemiş biri olarak benim bile odamdan kalkıp buraya gelmiş olmam, Dubai'deki tüketim potansiyelinin büyüklüğünü anlamama yardımcı oldu.
Gelelim ekltronik cihazların fiyatlarına; vergi avantajındn dolayı fiyatlar Türkiye'nin yaklaşık %15-20 altında. Ancak peşin alma zorunluluğu olduğu için bence Dubai elektronik alışverişi için sanıldığı kadar uygun bir yer değil. Anlattıklarına göre eskiden fiyatlar çok daha ucuzmuş ancak talep artınca bütün dükkanlar marjlarını ciddi ölçüde yukarıya çekmişler. Asken Dubai'nin içinde elektronik eşyaların hala ucuza satıldığı bir sokak varmış ama hem çok sıkıldığım için, hem de alacak birşeyim olmadığı için oraya gitmedim.
Eğitimi bebaber aldığımız takım arkadaşlarımızla yiyeceğimiz yemek için Medinat Jumeirah oteline doğru yola çıktım. Söylenenlere göre Dubai'nin en lüks otellerinden biri olan bu otelde 45'in üzerinde bar ve lokanta yer alıyor. Burj Arab manzarası ve yapma kanallarının kenarlarına yerleştirilmiş restoranlarında Osmanlı'dan Çin'e, İtalyan'dan Fransız'a her türlü mutfağa ait yemek bulmak mümkün. The Left Bank adlı modern barda içkimizi içtikten sonta The Meat Co. adlı restoranda bifteklerimizi güzel bir California Merlot'u ile mideye indirdik. Yarı ciddi ve yarı sıkıcı iş arkadaşı muhabbetinden sonra birbirimizle vedalaştık ve herkes oteline döndü.
Ertesi sabah otelden ayrıldım ve memlekete dönmek için Dubai havalimanına doğru son kez bir Pakistanlı'nın kullandığı takside ilerlerken Arap Yarımada'sında geçirdiğim üçüncü günün tecrübesi kendini belli etmeye başlamıştı.
- Selamun Aleyküm habibi.
- Aleyküm selam
- Are you muslim?
- Elhamdürillah
- ....
Emirates'in İstanbul'a giden EA121 numaralı yolcu uçağı Ortadoğu'nun duman çıkan semalarından kendine uçacak güvenli bir bölge ararken, ben koridor kenarındaki koltuğumda Dubai seyahatimin bir kişisel muhasebesini yapmaya başladım.
Galiba Dubai, en radikal neo-liberalin bile hayal edemeyeceği kadar sosyal devlet anlayışından uzak bir kamu düzeninden, neredeyse tüm temel haklarından yoksun, gözden uzak bir proleteryadan ve küresel sermayenin emrinde bitmek tükenmek bilmeyen istekleri ve hiçbir zaman sonuca ulaşmayacak sınıf atlama arzsunun neden olduğu engellenemez tüketim çılgınlığıyla gözü boyanmış sınıf bilincinden yoksun bir yarı-burjuvadan oluşmuş cesur yeni bir dünya. İşte Marx'ın kabusu bu olsa gerek...
Emre Haydar
Çarşamba, Ekim 05, 2005
Blog'a küstüm
Evvelki hafta program öncesi Blog'a yazdığım uzun ve kapsamlı bir yazı browser'ın hainliği sonucu sanal alemden yokolunca bu blog olayına bir süreliğine ara vermeye karar verdim.
Ancak yaklaşık 10 günlük bir küslüğün ardından bugün itibari ile barışıp evvelki haftanın şarkı listesini yazarak bu tek taraflı dargınlığa bir son veriyorum.
Sıra | Sanatçı | Şarkı |
1 | Franz Ferdinand | You are the reason I'm leaving |
2 | Hard-Fi | Feltham is singing out |
3 | The Dandy Warhols | The New Country |
4 | Bob Dylan with U2 | Paint it black |
5 | Echo & The Bunnymen | Parthenon Drive |
6 | The New Pornographers | Twin Cinema |
7 | Death Cab for Cutie | Crooked Teeth |
8 | Deus | 7 days, 7 weeks |
9 | James Blunt | High |
10 | Mick Harvey | Louise |
11 | The Lucksmiths | I dont want to walk alone no more |
12 | The Decemberists | Of angles and angles |
13 | Sigur Ros | Glosoli |
sevgiler,
Haydar
Cuma, Eylül 23, 2005
2006 geliyor, neler getiriyor?
Sonbaharın kendisini gittikçe daha çok hissettirmeye başladığı bugünlerde 2006 yılında yayınlanacak albümlerle ilgili haberler de gün geçtikçe daha cok netleşmeye başladı. Bu haberler arasında beni heyecanlandıranlar ise;
Morrissey: Indie Rock tanrısı Morrissey, 2004 yılında çıkardığı son stüdyo albümü You are the Quarry ve bu sene çıkardığı konser albümü Live at Earl's court'u ardından yeni bir albüm kaydetmek için stüdyoya girmiş. Ennio Morricone'nin Roma'daki 17. yy'dan kalma bir klisenin bodrumunda bulunan eski stüdyosunda kaydedilen albüm için Morrissey'in yayıncısı, "Bu albüm Morrissey'in şu ana kadar yayınladığı en tam anlamıyla rock albüm olacak, eskisi gibi yavaş olmayacak" demiş. Albümün prodüktörlüğünü ise The Killers'ın yapımcısı Jeff Salzman yapıyormuş. Albümün 2006 ilkbaharında yayınlanması bekleniyor.
The Strokes: NME'nin haberine göre grubun daha adlandırılmamış yeni albümünden çıkacak ilk single'ın ismi "Juicebox" olacakmış ve bu single'ın Ekim ortasında piyasaya çıkması bekleniyormuş. VH1'ın haberine göre ise yeni Strokes albümünün çıkış tarihi 24 Ocak 2005 olarak belirlenmiş. Yapımcı Andy Wallace 14 şarkıdan oluşacak yeni albümde yer alacak bazı şarkıların isimleri, "Vision of Division", "Razor Blade", "Ask Me Anything", "Heart in a Cage", "Everything Sun", "You Only Live Once", "Killing Lies", "Eyes of the World", "Fear of Sleep" ve "Juicebox" olarak açıklamış.
Belle and Sebastian: Isobel gruptan ayrıldıktan sonra çıkardıkları Dear Catastrophe Waitress albümünün üzerinden iki sene geçen İskoç grubun yeni albümünün 2006 başında piyasaya çıkması bekleniyor. Grubun öncüsü Stuart Murdoch'un NME'ye yaptığı açıklamaya göre The "Goalkeeper's Revenge" ismini taşıyacak albümün kaydı Los Angeles'da tamamlanmış. 18 yeni şarkıdan oluşacak albümün prodüktörlüğünü ise Beck, Supergrass, The Thrills, Mercury Rev, Air, Fischerspooner ve Marianne Faithfull gibi isimlerle beraber çalışmış Tony Hoffer yapmış.
Flaming Lips: En son 2002 yılında yayınlanan "Yoshimi Battles the Pink Robots" albümünün ardından uzun zamandır çalışmaları devam eden yeni Flaming Lips albümü "At war with the mystics" in 2006 başında piyasaya çıkması bekleniyor. Grup üyelerinden Wayne Coyne'nin MTV.com'a yaptığı açıklamaya göre bu albüm politik, savaş ve Bush karşıtı içeriği ve gitar ağırlıklı sounduyla öne çıkacak bir albüm olacakmış.
The Shins: Indie-pop dünyasının en hızlı yükselen gruplarından The Shins, 2003 yılında çıkardıkları Chutes too Narrow albümünün ardından, grup lideri James Mercer'in evinin bodrum katındaki stüdyoda yeni albümlerini kaydetmeye başlamışlar. Daha isimlendirmedikleri albümün prodüktörlüğünü ise grubun bir evvelki albümünün yapımcılığını üstlenen Phil Ek yapıyormuş. Albümün 2006 yılında yayınlanması planlanıyor.
2006 müziksel açıdan güzel bir sene olacak gibi gözüküyor.
Sevgiler,
Haydar
Salı, Eylül 20, 2005
Beautiful Boyz
Yaklaşık bir haftadır blogu başı boş bıraktım. Ne yazık ki geçen haftanın playlistini koyamıyorum çünkü tam olarak ben de bilmyiyorum. Esra'nın hazırladığı raggae programi çok güzel oldu hatta geçen pazar günü gece yarısı bir daha yayınlandı.
Gelelim dünün programina, yaklaşık iki hafta evvel hazırladığım karma bir cd vardı. Ondan seçtiğim 11 şarkıya verdim bu hafta. Bunların arasında en beğendiklerim ise Bloc Party'nin Pioneers isimli parçasının M83 remixi ve Cocorosie'in son albümünden Antony ile beraber soyledikleri Beautiful Boyz isimli parça oldu. Program esnasinda Cocorosie'nin yeni albumu Noah's Ark'ı çok beğenmediğimi söyledim. Ay Palas'ın yapımcısı Tolga ise albümü çok beğenmiş. Bu fikir ayrılığının üzerine bu albümü daha dikkatli bir şekilde yeniden dinleyeceğim.
Şarkı listesini aşağıda bulabilirsiniz.
Sıra | Sanatçı | Şarkı | Albüm |
1 | Cocorosie ft. Antony | Beautiful Boyz | Noah's Ark |
2 | Doveman | Drinking | The Acrobat |
3 | Bloc Party | Pioneers (M83 Remix) | Silent Alarm Remixed |
4 | Iron and wine | Calexico | He lays in reins | In the reins |
5 | Stars | What I'm trying to say | Set yourself on fire |
6 | Orange Juice | Wan Light | The Glascow School |
7 | Supergrass | Tales of Endurance (parts 4, 5 & 6) | Road to Rouen |
8 | John Vanderslice | Crc7173, Affectionately | Pixel Revolt |
9 | Laura Veirs | Galaxies | Year of Meteors |
10 | We are scientists | The Great Excape | Nobody |
11 | The Ponys | Glass Conversation | Celebration Castle |
Seevgiler,
Haydar
Pazartesi, Eylül 12, 2005
Reggae
Merhaba,
Aslen bu hafta Goldfrapp, Supergrass, Elbow, Sigur Ros, Stars, Cocorosie ve Laura Veirs gibi isimlerin yeni albümleri, Bloc Party'nin çıkış albümü Silent Alarm'in ünlü elektronik müzikçiler tarafından remix edilmiş sürümü ve Orange Juice'in yeni best of derlemesinde seçtiğim parçalarda oluşan bir playlist hazırlamıştım.
Ancak bu şarkı listesi Amerika'dan kısa bir süreliğine gelen Esra'nın hazırlayacağı raggae programindan dolayi haftaya kalacak. Hazır yazin biteyazdığı bu Eylül günlerinde de 2005 yazına elveda demek için iyi bir fırsat.
Sevgiler,
Haydar
Çarşamba, Eylül 07, 2005
Antony
Haberin devamını burada bulabilirsiniz...
Kaynak: Pitchfork
Pazartesi, Eylül 05, 2005
Sonbahar geldi
Merhaba,
Bu hafta seçtiğim ilk şarkı The Cure'dan The Kiss. Cumartesi akşamki konserin en etkileyici parçasını çalmadan edemedim açıkçası. Arkasından ise Franz Ferdinand'ın 4 Ekim'de yayınlanacak yeni albümü You could have it so much better'dan çıkan ilk single Do you want to you'yu dinleyeceğiz. İlk single'dan yola çıkarak bu albümün Franz hayranlarını hiç de üzmeyecek bir çalışma olduğunu söyleyebiliriz herhalde.
The Cloud Room New York'lu yeni bir topluluk. İlk albümlerini 19 Nisan'da yayınlamışlar. Interpol tarzı neo post punk cinsinden müzik yapan bu elemanları parçaları ise türünün aksine eğlenceli sayılabilir.
Dogs ise ingiltere'den çıkan yeni bir punk grubu. 2 Mayıs'da yayınladıkları Tuned to a different station adlı EP ile aynı adı taşıyan parçayı dinleyeceğiz. Bu parça haftanın en sert, ve basit parçası olacak.
Galli topluluk Super Furry Animals'ın 13 Eylül'de yayınlanacak yeni albümü Love Kraft ise eleştirmenlere göre grubun şu ana kadar yayınladığı en iyi albümlerden birisi. Albümden çıkan ilk single Laser Beam ise dinlemesi çok eğlenceli bir şarkı.
Vancouver'li indie-rock grubu The New Pornographers'in üçüncü stüdyo albümü Twin Cinema ise 23 Ağustos tarihinde yayınlandı ve türlü bağımsız müzik yayın organlarında çok iyi eleştiriler aldı. Neko Case'in liderliğindeki topluluktan seçtiğim parçanın adı ise Use it.
Field Music ise İngiltere'nin kuzeydoğusundan, Maximo Park ve The Futureheads ile aynı müzih sahnesinden doğan yepyeni bir başka topluluk. Kendileri ile aynı adı taşıyan ilk albümleri ise 8 Ağustos tarihinde yayınladı. Etkilendikleri isimler arasında Left Banke, My Bloody Valentine, Stravinsky, Thelonious Monk, Stax and Atlantic R&B, Big Star, Jimmy Smith, Serge Gainsbourg, The Neptunes and Duke Ellington gibi isimleri sayan brit-pop grubundan seçtiğim parçanın ismi ise You're so pretty
İzlanda'lı grup Leaves'in üçüncü albümü ise 6 Eylül'de yayınlanacak. İsimlerini Nick Drake'in Five Leaves Left adlı albümünden alan topluluğun yeni albümünün çok başarılı olduğunu söyleyebilirim. Seçtiğim parça The Angela Test'de vokal biraz Chris Martin'e benzese de müzik çok daha sofistike.
Doveman ise New York'lu yepyeni bir bağımsız topluluk. 5 kişi'den oluşan topluluğun liderliğini Assembly ve Elysian Fields gibi gruplardan hatırlayabileceğimiz Thomas Bartlett yapıyor. The Acrobat isimli çıkış albümlerinden seçtiğim parça ise sekiz dakikalık Boy + Angel. Uzunluğu ve tekrar eden yapısıyla çok da radyoya uygun olmayan bir parça olsa da, sonundaki piyanodan çok etkilendiğimi söyleyebilirim.
San Jose'li topluluk Xiu Xiu'nun dördüncü albümü La Foret ise 12 Temmuz'da yayınlandı. Müzik piyasasında grubun isminin nasıl okunacağına ilişkin tartışma ise grubun çalışmalarından önde gidiyor. Kendilerine göre Şu Şu şeklinde okunması gereken isme ise geri kalan herkes başka şeyler söylüyor. Müzikal olarak da gayet başarılı bir albüm olmuş diyebiliriz.
Björk ise yönetmen sevgilisi Mathew Barney'in son çalışması Drawing Restraint 9 için hazırladığı soundtrack çalışması ile yeniden karşımızda. Barney'in Cremaster serisini izledikten sonra kendisinden hiç hazetmediğimi söyleyebilirim. Bu sebepten bütün bu çalışmalara ön yargılı yaklaşmama rağmen, soundtrack'in iyi olduğunu düşünüyorum. Ancak bu şarkıyı çalmaya sürem yetmeyebilir.
Playlisti aşağıda bulabilirsiniz..
Sıra | Sanatçı | Şarkı |
1 | The Cure | The Kiss |
2 | Franz Ferdinand | Do you want to |
3 | The Cloud Room | Hey Now Now |
4 | Dogs | Tuned to a different station |
5 | Super Furry Animals | Laser Beam |
6 | The New Pornographers | Use it |
7 | Field Music | You're so pretty |
8 | Leaves | The Angela Test |
9 | Doveman | Boy + Angel |
10 | Xiu Xiu | Muppet Face |
11 | Björk | Gratitude |
Rock'n Coke
Geçen haftasonunun en önemli etkinliği tabii ki Rock'n Coke festivaliydi. Geçen senelerle karşılaştırıldığında özellikle cumartesi günü inanılmaz bir kalabalık vardı. Giriş için beklerken The Tears'ı kaçırdık. Ama onlar hakkında söyleyebileceğim şey, bundan iki sene evvel Suede adı altında headlinerken şimdi vasat bir grup gibi orta sıralarda kendilerine yer bulabilmeleri, biraz festivalin içeriğinin iyileşmesiyle alakalı olduğu kadar biraz da The Tears markasının Suede kadar bilinmemesi ile alakalı.
Skin'in performansı ise başarılıydı diyebilirim. Ama biz biraz uzaktan izlediğimiz için çok objektif bir yorum yapamayacağım. Korn ise oldum olası hiç sevmedigim bir grup, hele o solistlerinden galiba nefret ediyorum. Ama performansları sıkı Korn sevenleri tatmin etmiştir herhalde ki sahne önünde trans halinda binlerce insan vardı.
Festivalin en büyük ismi The Cure'ın performansı ise inanılmazdı. Grup, Avrupa turnesinin son ayağını 37 şarkı ve 5 encore ile bezenmiş 3 saat 10 dakikalık bir konser ile taçlandırdı. Grubun hisli frontman'i Robert Smith ise dinleyici ile fazla bir sözlü temasa girmese bile, duygusal bakışları binlerce insanın kalbini kazanmaya yetti.
Pazar günü benim tek ilgilendiğim grup olan Hot Hot Heat'in ancak ortasinda festival alaninda yerimizi alabildik. Apacalyptica'yı en son Mimar Sinan'daki konserlerdinde dinlemiştim. Bu sefer benim çok hoşuma gittiğini söyleyemem. Fazla sert geldi diyebilirim. The Offspring ise keşke 10 sene evvel gelseydi. Uzaktan Come out and play dinlerken hafif bir duygulandım. Ulan bu grup 1995'de gelse nasıl kendimizden geçerdik diye...
The Cure'un setlistini aşağıda bulabilirsiniz.
Setlist:
open, fascination street, from the edge of the deep green sea, alt.end, the blood, the end of the world, inbetween days, shake dog shake, us or them, a night like this, push, friday i'm in love, just like heaven, a letter to elise, lullaby, never enough, signal to noise, the baby screams, one hundred years, shiver and shake, end
Encore 1: at night, m, play for today, a forest,
Encore 2: if only tonight we could sleep..., the kiss,
Encore 3: hot hot hot!!!, let's go to bed, why can't i be you,
Encore 4: three imaginary boys, grinding halt, boys don't cry, 10:15 saturday night, killing an arab,
Encore 5: faith
Not: Fotoğraf için Emre Tüzer'e teşekkür ediyorum..
Sevgiler,
Haydar
Derleme CD
Bir de baktim ki neredeyse iki haftadir buraya birsey yazmamisim. Aslen gecen hafta plansiz bir tatile ciktigim icin programi canli yapamadim. Hatta sadece canlı değil, banttan da yapamadım. Ancak evde bir CD derleyip yollama fırsatı bulabildim. Radyo yönetimi bizden bu tip durumlar için önceden kaydedilmiş yedek programlar tutmamızı istiyor ama eşeklik bende... Daha bir türlü zaman ayırıp yedek bir program kaydedemedim.
Geçen haftanın şarkı listesini aşağıda bulabilirsiniz.
1. Mazzy Star - Flowers in December
2. Ladybug Transistor - Oceans in the hall
3. Belle and Sebastian - This is just a modern rock song
4. Camera Obscure - Deep knee at the NPL
5. The Delgados - Knowing when to run
6. Belle and Sebastian - I am waking up to us
7. Cinerama - Lolobrigida
8. The Shins - Caring is creepy
9. The Thrills - Old Friends, New Lovers
10. Galaxie 500 - Flowers
11. Yo la tengo - Autumn Sweater
12. The Cure - A forest (Acoustic)
Sevgiler,
Haydar
Salı, Ağustos 23, 2005
My Computer
Merhaba,
My Computer'in yeni albümü No CV ile ilk temasımız bundan yaklaşık iki hafta önce olmuştu. Geçen zaman içerisinde bu albümü dinledikçe, burada daha çok yer ayırma gereğini duydum.
Albümün hazırlanmasında Manchesterlı ikili Andrew Chester ve David Luke'den oluşan gruba efsanevi prodüktör John Leckie eşlik etmiş. 8 yıllık kız arkadaşından ayrılan Chester, uzun ve ağır bir bunalım döneminin ardından belki de müzik tarihinin en içşel ve özel albümüne imzasını atmış. Tamamen eski sevgilisinin onu terk etmesine dayalı şarkı sözlerinin içerikleri bazen o kadar özele kaçıyor ki, dinlerken bundan rahatsız bile olabiliyorsunuz. Vokalde ve gitarda hünerini gösteren Chester'a, keyboard ile yaptığı katkılarla öne çıkan Luke'un varlığı ise albümü sıkıcı bir singer-songwriter albümü olmaktan çok öteye taşıyor. Grup elemanlarının kendi deyimleri ile "O olmasaydı bu albüm de olmazdı" dedikleri Leckie'nin varlığı ise neredeyse tüm şarkılarda bulunan kontras melodilerle kendini belli ediyor.
Sonuç olarak, No CV, bu senenin öne çıkan albümlerinden bir olarak aklımızda kalacak sanırsam.
Sevgiler,
Haydar
Pazartesi, Ağustos 22, 2005
Formula 1
Dün Alara'nın davetlisi olarak Formula 1'i yerinde seyretme fırsatı buldum. Uzun zamandır F1'i takip eden biri olarak canlı bir yarış seyretmenin benim için ne kadar heyecan verici bir olay olduğunu anlatamam. O motorlardan çıkan kulak parçalıyıcı ses, yanık lastik kokusu ve inanılmaz hızlarla beraber artan adrenalin seviyesinin yarattığı kalp çarpıntısını tarif etmenin imkanı yok. Sabah şirkete geldiğimde nasıldı diye soranlara, ancak ağzımda koca bir gülümsemeyle "off, off "diyebildim. Eğer bir imkanınız varsa, böyle bir yarışı mutlaka canlı izlemenizi tavsiye ederim. Bu ihtişamdan etkilenmek için hiçbir şekilde araba yarışı meraklısı olmak da gerekmiyor.
Bu arada yarış bitiminde trafikte perişan olmamak için arabaya gitmeden oyalanırken, tesadüf eseri bulduğumuz helikopter pistinde, kısa boylu ve tıknaz F1 pilotlarını, onların uzun boylu, uzun saçlı ve zayıf sevgililerini, dünya jet-set'inin tanıdık simalarını tel örgülerin ardından izlememiz de günün ilginç olaylarından biriydi. Hele Michael Winterbottom'un bu sene içerdiği pornografik sahnelerle olay yaratan filmi 9 Songs'un başrol oyuncusu Margo Stilley'i görmek ise ayrı bir şaşkınlık yarattı.
Yarış günü çekilen resimlerin tümünü ise burada bulabilirsiniz. Bu arada bu günkü programda yarış kensepti ile ilgili bir takım şarkılara da yer vereceğim Alara'nın katkılarıyla..
Sevgiler,
Haydar
Kudu
Merhaba,
Cuma akşamı Nublu:East'de Kudu adlı bir New York'lu topluluğu dinleme fırsatı bulduk. Bir davul, vokal ve keyboarddan oluşan grubun performansı beklentilerimizin çok çok üzerinde çıktı. Özellikle yaptıkları müziğin belkemiğini oluşturan davulcunun yeteneği görülmeye değerdi. New York Times Kudu için "The next big thing" demiş. Öyle olup olamayacaklarını, günümüz endüstrisinde "big thing" olmak müziksel yeteneğin dışında çok fazla etkene bağlı olduğu için bilemeyiz ama bizden tam not aldıklarını söyleyebilirim.
O gece çektiğim diğer resimleri burada bulabilirsiniz.
Sevgiler,
Haydar
Çarşamba, Ağustos 17, 2005
Bir takım bağlantılar
Metacritic - Film, DVD, Oyun ve Müzik kategotilerinde dünyanın saygın yayınlarında yazılan eleştirileri 100 üzerinden puanlayıp ortalamasını alan bir site. Tabii ki neredeyse yazılan bütün reviewlere de ulaşmak mümkün
Cokemachineglow - Başarılı bir müzik eleştiri sitesi, pitchfork'a benziyor.
DustedMagazine - Güzel bir bağımsız müzik inceleme sitesi
PopMatters - Sadece müzik değil, film, tv ve kitap gibi konularda da bağımsız insanların eleştiriler yazdıkları bir site
Prefix - Bir başka müzik eleştri sitesi. Burada da bağımsız yazarlar ve sanatçılar ile söyleşiler bulmak mümkün
Lostatsea - Bu site de içeriğiyle öne çıkıyor
Tinymixtapes - Internetteki en güzel müzik sitelerinden biri, eleştiriler ve röpörtajların yanı sıra, yolladığınız bir konu veya bir cümle hakkında karışık playlistler yapıyorlar.
Stylus - İçeriği kuvvetli bir müzik ve sinema sitesi
JunkMedia - Bağımsız müzik ağırlıklı bir site daha, biraz amatör gibi dursa da, güzel eleştiriler yok değil, mp3 downloadları da cabası
Splendid - Günlük olarak güncellenen bağımsız müzik odaklı, reviewlere, röpörtajlara ve haberlere yer veren bir site
Bu arada bu sitelerin bir çoğunun yazar aradığını da söylemekte fayda var. Belki ilgilenen olur...
Sevgiler,
Haydar
Salı, Ağustos 16, 2005
Yepyeni albümler
Dün programdan önce bir sürü işim çıktığı için blogu güncellemek bugüne kaldı. Önce arabamı cumartesi parkettiğim yerden almak zorunda kaldım, arkasından da kedimi veterinere götürdüm, ancak öğleden sonra işe döndükten sonra ise tüm zamanımı işimi yoğunlaştırmak zorunda kaldım.
Gelelim dünkü programın içeriğine; Geçen hafta boyunce çeşitli müzik otoritelerince iyi eleştiriler almış yeni albümleri indirmiştim. Pazar günümün ise tümünü bu albümleri dinleyerek geçirdim ve bunlardan 18 şarkılık bir derleme yaptım. Böylece bana programda kullanmak üzere iki haftalık malzeme çıktı. Bu derleme albüm içerisinde seçtiğim parçalar ise bu haftaki programı oluşturdu.
Öne çıkan isimler arasında dünya müziği kategorisine girmesine rağmen reggea sounduna yakın parçalarıyla Amadou & Mariam, Amerikalı singer-songwriter Joseph Arthur'un son albümünden bir şarkı, daha evvel Munich isimli singlelarını yayınladığım Birmingham'lı topluluk The Editors'un çıkış albümünden All Sparks ve Manchesterlı topluluk My Computer'in ilginç çalışması The Boy I used to be 'yi sayabilirim.
Bunların dışında Death Cab'in ay sonunda çıkacak yeni albümü ise gerçekten çok güzel olmuş, bu hafta albümün açılış parçasına yer verdim.
The Knitters ise haftanın en ilginç gruplarından birisi. 1985'de ilk albümlerini çıkardıktan sonra bütün grup elemanları kendi yollarına gitmiş. İkinci albümlerini ise tam 20 yıl sonra çıkarmışlar. The Modern sounds of the Knitters isimli bu albümde ise yeni parçaların yanı sıra hem bazı kendi eski parçalarını hem de bazı klasikleşmıi parçaları yorumlamışlar. Bu albümden de ilginç bir yorum Born to be Wild dinledik.
Akşamın sürprizi ise Alara'nın getirdiği bir Feist şarkısı oldu.
1. Amadou & Mariam - Senegal Fast Food
2. Frank Black - I burn today
3. Joseph Arthur - Can't Exist
4. The Editors - All Sparks
5. The Rakes - Work work work (Pub Club Sleep)
6. The Knitters - Born to be wild
7. Death Cab for Cutie - Marching Bands of Manhattan
8. My Computer - The boy I used to be
9. Royksopp - What else is there
10. Brakes - All Night disco party
11. Feist - Inside and out
Sevgiler,
Haydar
Salı, Ağustos 09, 2005
1 şarkılık kararsızlık
Pazar akşamı bu haftanın playlistini hazıladıktan sonra, Pazartesi gündüz bir bütün halinde dinlediğim zaman Moloko'nun solisti Roisin Murphy'nin solo albümden seçtiğim parça "If you're in love" adlı parçanın bir türlü içime sinmediğini farkettim. Şarkı playlistin geneline oranla çok tek düze kaçıyordu. Bunun yerine Foo Fighters'in yeni albümü "In your honnor"'dan bir parçaya yer vermeye karar verdim ama bir şekilde bu şarkıyı da bir türlü beğenemedim. Bu arada bu bahsettiğim iki albümü de ben çok beğenmeme karşın müzik eleştirmenlerinden iyi notlar aldığını söyleyebilirim. En sonunda ise imdadıma Eren yetişti, program esnasında ziyerete geldiğinde yanında bulunan karışık CD'den bir Galaxie 500 parçası "Fourth of July" ile sonlandırdık programı...
Bu haftaki programın playlistini aşağıda bulabilirsiniz.
Sıra | Sanatçı | Şarkı |
1 | Clap your hands and say yeah | In my yellow country teeth |
2 | Wilderness | Marginal over |
3 | Sufjan Stevens | Jacksonville |
4 | Okkervil river | So come back, I am waiting |
5 | Billy Corgan | To love somebody |
6 | Brian Eno | How many worlds |
7 | Ry Cooder | Poor man's shangri-la |
8 | Galaxie 500 | Fourth of July |
Sevgiler,
Haydar
Pazartesi, Ağustos 08, 2005
Chavez Ravine
Çok yönlü müzisyen Ry Cooder'in 1987'den beri beklenen solo albümü geçtiğimiz ay yayınlandı. 1960'lardan beri müzik dünyasında yer edinen Cooder'ın, folk'dan soul'a kadar neredeyse her türden eserlere imzasını attığını görebiliriz. Cooder, 1980'lerde Steel Magnolias, Geronimo ve Paris, Texas gibi filmler için müzikler yaptıktan sonra 90'ların başında Dünya müziğine ilgi duymaya başladı. 1994 yılında Afrikalı gitarist Ali Farka Toure ile kaydettiği Talking Timbuktu isimli albümle Dünya müziği dalında ilk Grammy'sine ulaştı. Popüler kültür tarafından tanınması ise 1997 yılında Küba'ya gidip, Compay Segundo, Ibrahim Ferrer ve Rueben Gonzalez ile birlikte çıkardıkları Buena Vista Social Club sayesinde oldu. Bütün dünyada platin plak satış rakamına ulaşan bu albüm, Wim Wenders'in belgeseli sayesinde daha da geniş bir izleyici/dinleyici kitlesine kavuştu ve bu ona ikinci Grammy'sini getirdi.
Hazırlığı üç yıl süren son albümü Chavez Ravine ise Los Angeles'da 1959 yılında Beyzbol sahası yapılmak üzere yıkılan bir Meksika gecekondu mahallesinin öyküsünü anlatıyor. Los Angeles'in ortasında, "Amerikan Hayat Tarzı" ndan uzak bir şekilde yaşayan Chavez Ravine sakinlerinin evlerinden nasıl olduğuna dair hikayeyi ise burada bulabilirsiniz.
Bu akşamki programda bu albümden çalacağım bir parçayı, Ry Cooder'a, evlerinden zorla çıkarılan herkese ve dün hayatını kaybeden Ibrahim Ferrer'e adıyorum...
Sevgiler,
Haydar
Kaynak: AMG
Pazar, Ağustos 07, 2005
Çam altında, denize karşı uyumak...
Yaklaşık iki sene sonra anneannemlerin Şarköy-Mürefte'deki yazklıklarına bu haftasonu gidebildim. Neredeyse bütün çocukluğumun yazlık anılarının yaşandığı bu yer her zamam içimi huzur ile doldurmustur. Arkada gözüken çam ağacı 18 sene evvel dikildiğinde ben 5 yaşındaydım, ağacın boyu ise en 30cm kadardı. Soldaki palmiye'nin yaprakları ise orada yaptığımız maçlardan perişan olurdu...
Aradan bunca yıl geçti, hiçkimse gitmez oldu Marin 1 sitesine. Bizim yazlık arkadaşlıklarımız 5 sene evvel bitti.
Bu haftasonu ise en büyük keyfim, resimde görülen şezlong'da kitap okumak, müzik dinlemek ve uymak oldu...
Haydar
Pazartesi, Ağustos 01, 2005
Özgür Radyo'da
Bence çok başarılı geçen bir program esnasında çektiğim bir fotoğraf. Özgür Bey anlatıcağı bir hikaye için roll dergisini karıştırıyor. Muhtemelen Neil Young'dan yapacağı alıntıyı arıyor. Özgür'e bizi köklerimize döndürdüğü için teşekkür ediyoruz ve ileriki zamanlarda bu çalışmanın tekrarını diliyoruz.
Sevgiler,
Haydar
Not: Bu arada Özgür John Lennon'a benzemiyor mu?
Özgür Bey ve Rock Klasikleri
Programı takip edenler zaman içinde programlara mümkün olduğunca farklı kişileri konuk ettiğimi ve çalınacak parçaları da onların seçtiğini fark etmişlerdir. Bunun en temel nedeni tanıdığım ve müzik zevkine güvendiğim insanların kendi deneyimleri doğrultusunda beğendikleri parçaları bizimle paylaşmaları. Bir tek kişi olarak sadece benim çalacağım parçalar, bir tek benim süzgecimden geçmiş, benim hislerime göre şekillenmiş ve benim bakış açıma göre derlenmiş parçalar olacaktır. Ancak başka insanları konuk ettiğim sürece programın spektrumunu genişletebileceğimi düşünüyorum. Özgür ile öğle yemeğinden dönerken dinlediğim bir Nick Drake parçası, Alara'nın Amerika'dan bir arkadaşının tavsiye ettiği yeni bir Kanada'lı grup, Irmak'ın getirdiği daha bir plak şirketiyle anlaşmamış olan yeni bir Texaslı topluluk ve Eren'in 1960'lardan çıkardığı bir The Supremes şarkısı bana sürekli yeni birşeyler katıyor. Bu birikimin de kesinlikle paylaşılması gerektiğini düşünüyorum.
Bu açıklamanın ardından, bu haftanın programına geçelim. Başlıktan da anlaşılacağı üzere bu haftaki konuğum Özgür olacak. Sıkı bir John Lennon ve Pink Floyd hayranı olan Özgür, bugün bu grupların yanı sıra Neil Young, Thin Lizzy ne Nick Drake gibi isimlerden de parçalara yer verecek. Bu parçaların yanında anlatacaklarını da büyük bir heyecanla bekliyorum. Tahmini playlist aşağıdaki gibi olacak...
Sanatçı | Şarkı | Albüm |
John Lennon | How do you sleep | Imagine |
Rainbow | Rainbow Eyes | Long Live Rock'n Roll |
Neil Young | Words | Harvest |
Nick Drake | Way to Blue | Five Leaves Left |
David Gilmour | There is no way out of here | David Gilmour |
John Lennon | Working Class Hero | Wonsaponatime |
Thin Lizzy | Here i go again | Thin Lizzy |
Rory Gallagher | Tattoo'd Lady | Tattoo |
Nick Drake | Three Hours | Five Leaves Left |
Sevgiler,
Haydar